24 Haziran 2010 Perşembe

Bir İzmit Beyefendisi(3)

"Eğer çok sağlam bir mantık silsilesine sahip değilseniz herhangi bir fikrin takipçisi hatta kölesi olabilirsiniz”.

Yavuz ağabey’e yoğunlaştıkça Şeyh edebalı’nın meşhur Osman Gazi’ye öğütünün ilk mısraları aklıma gelir. Bizler bu ögütü sadece Osman Gaziye söylediğine inanır ve kendimize pek kondurmayız okur geçeriz. Çünkü muhatabı biz değiliz, Muhatabı olarak Osman Gazi olarak algılarız. Bu öğüt aslında Tüm Türk Milletinin ferdine hatta tüm insanlığın muhatap alması gereken ve zamanla daraltılmamış tüm zamanların en önemli öğütü olacak şekilde söylenmiş sözler olarak algılanması gerekir.

Yavuz Argıt Ağabey’de Şeyh edebalı’nın öğütüne uymuş “ Oğul, insanlar vardır,şafak vaktinde doğar,akşam ezanında ölürler….” Diye devam eden ögütünün muhatabı kabul etmiş ve akşam ezanı ölmemiş, sabah rüzgarı gibi savrulup gitmemiştir.

Aksiyon dergisinde 1997 yılında Emin Koyuncu’nun “Bir okuma inatçısı” Yazısından sonra 30.09.2000 tarihli yine Aksiyon dergisinde sayı 304 Muhsin Öztürk’ün “23 bin kitab okudu” yazısı ile devan edelim. Bu tarihi (2000) ISAM’a kitaplarının bağışlandığı ilk yılları olarak görüyoruz.

Okumada taassup kabul etmem

…….. Bütün literatürleri takip ettiği iddiasında değil, en sağdan en sola okumaktan yana ve okuyor da. "Okumada hiçbir taassup kabul etmem. Bana kimse bunu kabul ettiremez. Başkalarının şahsiyetinde kendimi tefenni ederek değil fikir yolunda kendim yürüyeceğim. " Bunu 'öğrenme arzusunun geliştirdiği bir davranış tarzı' olarak yorumluyor.

Her yolculukta 500 kitap

Yavuz Argıt hiç evlenmemiş ve tabii olarak etrafında pervane olan torunları yok. Mücerret bir hayat yaşamış/yaşıyor fakat hiçbir zaman yalnızlık duygusuna kapılmamış. Kitaplar onun dostları, çocukları, torunları olmuş bir nevi; "Benim saadet yuvam kitaplarımın olduğu yer". Ve tabii pek çok zorlukla birlikte. "Makina Zabiti" olarak çalıştığı denizcilik yıllarında en büyük zorluğu kitap naklinde yaşar. Sözgelimi üç aylık sefere çıktığında yeni ek sefer ihtimaline göre altı ay yetecek kitap alır; ki bu 500 kitaptan aşağı değil; taşıyabilirsen taşı... Seferin hareket noktası İskenderun gibi uzak limanlar olduğunda kitap sevdası gerçek bir 'eziyet'e dönüşür. Fakat her şeye rağmen hiçbir zaman kitapsız kalmaz. Bir de torun sevgisi yerine hayvan sevgisini ikame eder, en vahşi hayvanlar bile bu sevgiden nasibini alırken Yavuz Bey "ayrılığına dayanamadığı" kedisi ile beraber yaşıyor

Kesret içinde vahdet yaşıyorum

Niye okuyorsunuz sorusuna cevaben "Bir kere bilgi zenginliği yaşıyorsunuz. Öğrendiğim herşey bende iç sevinci husûle getirir. Bir de âcizâne faydalı olabilirim diye düşündüm" diyor. Hiçbir zaman ilim adamlarıyla fikir tartışması yaparken galebe çalmak niyetiyle kitap okumamış. Hemen hemen her alandan onbinlerce kitap okumasına rağmen 'kesrette boğulma" tehlikesi yaşamamış. "Tasavvufta şöyle birşey vardır. Vahdette kesret, kesrette vahdet. Ben kesret içinde vahdeti yaşıyorum." Onun için en büyük tehlike tek bir taraflı olmak, belli bir görüş içinde sıkışıp kalmak; "Eğer çok sağlam bir mantık silsilesine sahip değilseniz herhangi bir fikrin takipçisi hatta kölesi olabilirsiniz."

Yavuz Argıt'ın "cumhur'a açıklamak istemediği fikirleri var. Açıklamak istemeyişini tasavvufi argümanlarla anlatıyor; öne çıkmak gayretiyle hareket etmemek, kırmamak, kırılmamak, fikrini ehline açıklamak; süt çocuğuna et vermemek yani; "Ketûm bir adamım. Ona da kızarlar, konuşmam. Ne huzurum kaçsın ne huzurunu bozayım kimsenin."

Kendi fikirlerinin kendisiyle beraber toprağa gömüleceği görüşünde. Deneme tarzı kaleme alınmış binlerce yazısı var ama kitaplaştırmak niyetinde değil. "Onlarla benden sonrakiler uğraşsın" diyor

Yalnızlığımın cennetini kimse bozamaz

İSAM'a görüşmek için gittiğimizde herkesin Yavuz Argıt'a Yavuz Amca olarak seslendiğini gördük. Aslında hoşsohbet ve gençlere amcalık eden sevilen bir kişi etrafında. Yavuz Amca'nın İzmit'teki evi ideolojik skalanın her renginden insana açık olmuş; o da tabiri caizse nabza göre şerbet vermiş. Niye? "Bir insanın kalbini kırmaktansa, yalan söylemeyi hatta münafıklığı tercih ederim" diyor. "Bir maske giymeye mecburuz. Ben de maske takmak mecburiyetinde kalıyorum, aksi takdirde memnun etme arzusunu tatmin edemeyeceğim." Peki, "Kimdir Yavuz Argıt?"sorusunun cevabı ne olacak? "Öyle bir yaşa geldim 'dediler ki... diyecekler ki..' bunun üzerindeyim. Ömer Hayyam'ın bir lafı vardır, 'Kim ne derse desin ben oyum' makamı gibi birşey bu. Lehimde ve aleyhimde konuşulanlar beni alâkadar etmediği gibi asla beni yönlendiremezler. Fakat gençliğimde böyle değildim. O zamanlar kendim için değil çevrem için yaşadığımı görüyorum. Artık, tehdit de etseler, aforoz da etseler yalnızlığımın cennetini asla bozamaz kimse. Yeter ki kitap dünyasından tecrit edilmeyeyim."

Bağış yapmasında Aksiyon aracı oldu

Bundan üç yıl önce yine Aksiyon'da çıkan Emin Koyuncu imzalı "Bir Okuma İnatçısı" başlıklı haberde kitaplarını bağışlamak istediğini söylese de "bağışlamak"la karşı karşıya geldiğinde pek kolay olmamış bu. Sabancı Üniversitesi, İzmit Belediyesi ve İSAM (İstanbul Bağlarbaşı'ndaki Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi Kütüphanesi) kitaplarına talip olur. "Acaba kitaplarım giderse ben ne yaparım? Kitaplardan ayrılma psikolojik bir etki yapar mı?" gibi endişeler başgösterir. İyi bir karara varmak için üç aylık bir seyahate çıkar. Döndüğünde kendisiyle ilk irtibatı kuran İSAM'a bağışlar kitaplarını. Herhangi psikolojik sorun yaşamaz çünkü gene kitaplarla başbaşa kalmıştır. Başta, 1999'da 22 bin kitap bağışlamış, bu yıl bin kitap daha eklenmiş bu sayıya. "Allah ömür verirse ilk etapta 30 bin, ordan da 50 bine çıkartmak isterim" diyor. Halen kitap alan, okuyan, sonra da İSAM'a bağışlayan, günlerinin büyük bölümünü İSAM'da geçiren Yavuz Argıt, "kayd—ı hayat" şartıyla bağışın devam edeceğini söylüyor.

Fotoğrafik okuma" melekesi

Mehmet Barlas 15 bin kitap okuduğunu söylediğinde pek çok kişi gibi bazı edebiyat eleştirmenleri de gün ve sayfa hesapları ile "bu mümkün değil" demeye getirmişlerdi hatırlanırsa. Yavuz Bey, 23 bin kitabı okudunuz mu sorusuna "Rahatlıkla evet diyebilirim" cevabını veriyor. Hiçbir hızlı okuma kursuna katılmamış fakat 45 senenin verdiği meleke ile "fotoğrafik okuma"yaptığını söylüyor. "Baktığınız zaman sayfayı görürsünüz. O sayfada anahtar kelimeler hemen göze çarpar. Ben çok seneler sonra böyle okurken, bunun doğru olup olmadığını denemek istedim. İlkönce yavaş yavaş okudum. Bir de fotoğrafik okuma yaptım. Hiçbir fark görmedim. Sonra bende tasavvuf ve felsefe önceliklidir. Bu mevzularda binlerce kitap okudum. Bir mevzuda birkaç bin kitap okursanız bu anlamanızı çok daha kolaylaştırıyor." Ayrıca çok okumak için zamandan çalmak gerekiyor. Kahvede, otobüste, trende her yerde okumuş. Mesela İzmit Petkim Fabrikasında çalıştığı 11 yıl içinde binlerce kitap okuması, otomatik olarak çalışan makinaların ona bıraktığı boş vakitleri değerlendirmesiyle mümkün olmuş.

Hüseyin Rahmi Gürpınar'ı müthiş bir gözlemci olması ve hadiseleri fotoğraf gibi anlatması bakımından en sevdiği yazarların içinde sayıyor. Peyami Safa, Vâlâ Nureddin (Vânû) da sevdiği yazarlardan.. Hangi kitaplar denildiğinde iş biraz karışıyor çünkü çok kitap var. İşte birkaçı; Prof Dr. Hikmet Birant'ın "Alıç Ağacıyla Sohbetler", zeotekniği alanında Ord. Prof. Dr. Casvick'in "On küçük Kapı Yoldaşımız", otobiyografi dalında "Ditikrirli Ditikrirli'yi anlatıyor", Zenbudizm'e göre kemâle ermenin yollarını çay demleme ritüellerinden yola çıkarak anlatan "Çayname", ayrıca roman olarak da "Alex Zorba", " Thaiz" hoşuna giden kitaplardan bazıları. Ahmet Yesevi ile Şah—ı Nakşibend zinciriyle gönül bağı olduğundan konuyla ilgili bütün kitaplar, İbn—i Arabi'nin bazı kitapları beğendiği kitaplar. "Vahdet—i Vücut'a ait 25 el yazması eseri elde etmeye çalıştığını” söylüyor.

Yavuz Argıt'la konuşurken sık sık İlber Ortaylı aklıma geldi. Bilgeliği, muzip bakışları, klişelerle dalga geçer hali, yer yer edebi bir kitaptan okunuyormuş havası veren akıcı konuşması. Ve okuduğu sayısız kitap. "Tasavvufî tabirle ân—ı dâimîyi yaşarım ben. Gelmiş, geçmiş ve gelecek beni çok ilgilendirmez, ben hâle bakarım" diyor. En büyük sır "ân—ı dâimî" de mi acaba? Ne dersiniz?

http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/detaylar.do?load=detay&link=6789

Bu mülakat ve diğer mülakatlarda kitap sayıları ile ilgili çelişki var gibi gözükebilir. Türkiyede raportaj kazaları olduğunu her zaman biliyoruz. Ben yazılara sadık kalma adına bu şekliyle değiştirme yapmadan vermek zorundayım. Ancak En yakın dostu Ahmet Nezih Galitekin’e sorduğumda 30.000 kitap bağışladığını. 1999 yılından 2009 vefat edinceye kadarda her yıl ortalama 1000 kitap alarak koleksiyonuna kattığını yani İSAM’a bağışladığını söyledi. İSAM’da kaldığı müddetçe de kitap almaya, aldığı kitapları okumaya ve bağışlamaya devam ettiğini bizler biliyoruz.

Bir İzmit Beyefendisi(2)

Yavuz Argıt Ağabey’i farklı kılan, sadece 30.000 lik kitap koleksiyonu değil. Onun kişiliği, mütevaziliği, insana bakış açısı, sıradan olmayışı. Her şeyden önemlisi Türk Milletine bıraktığı çok önemli mirası. Yavuz Argıt koleksiyonu..ve insani meziyetleri….

Yavuz ARGIT’la zaman zaman mülakatlar yapılmıştır. Bu mülakatlardan bazen yazılar bazen de mülakatın kendisi yayımlanmış. Yavuz Argıt adına yazılan yazılardan kesitler sunmaya çalışacağım.

Aksiyon dergisi 114 sayısında, 1997 yılında daha kitaplarını İSAM’a bağışlamadan önce yaptığı mülakattan derlenen yazıyla başlayayım. Emin KOYUNCU 08.02.1997 tarihinde “Bir okuma inatçısı” başlığı ile kaleme almıştır.

“Türkiye'de yaşayanların kitap okumak için boş vakti yoktur. Çünkü hafızamıza yer etmiştir 'kitaplar boş zamanlarda okunur' diye. Kahvehanelerde oturup etrafımızda gelişen olayları anlatmaktan veya otobüste giderken her gün gördüğümüz yerleri defalarca seyretmekten daha önemli ne olabilir ki? Belki yol kenarlarındaki çimler biraz daha büyümüştür. Hele televizyonların evin baş köşesinde yer alması, kitapları evin vitrinindeki kullanılmayan fincanlar ile ebedi komşu yapmıştır. Kitap için ayrılacak para yoktur. Sadece gazetelerin promosyon olarak verdikleri veya vitrinin rengine uyacak kitaplar tercih edilir olmuştur. Ama okumayan topluma inat, ısrarla okuyan kişiler de var aramızda.

Yavuz Argıt, kendi deyimiyle 'selülozmani' olmadığını, ancak ısrarlı ve inatçı bir okuyucu olduğunu vurguluyor. Selülozmaninin, bibliyomaniden daha öte mantıksız bir kitap toplayıcılığı olduğunu açıklayan Argıt, bu kişilerin ellerine geçen lüzumlu—lüzumsuz bütün kağıt artıklarını topladıklarını kaydediyor. Ailesinden kalan bütün malları satarak sermayesini kitaba bağlayan Argıt, okuduğu kitapları evinde biriktiriyor. Yaklaşık 30 binin üzerinde kitaba sahip olan Argıt, günde ortalama 2 bin sayfa kitap okuduğunu söylüyor. Bu sayının konulara ve kitabın içeriğine göre değiştiğini belirten Yavuz Argıt, astronomi ve felsefe kitaplarında bir günde okuduğu sayfa sayısının bine kadar düştüğünü kaydediyor.

Argıt, yeme, içme ve uyuma gibi zaruri ihtiyaçlarının dışındaki bütün zamanını kitap okumaya ayırmış. Acıktığında aparatif bir şeyler atıştırıyor. Uykusu geldiğinde uyuyor. Ancak uyuyabilmesi için bir şart daha var; eline aldığı kitabın bitmesi gerekli. Zaten günde en fazla 5 saat uyuyor. Uyandığı gibi yine kitaplarının sayfalarına dönüyor………….

………………………”http://www.aksiyon.com.tr/aksiyon/detaylar.do?load=detay&link=2242

Bu mülakattan 2 yıl sonra kitaplarını İSAM(İslam Araştırmaları Merkesi) kütüphanesine bağışladı.

Bu kütüphaneden bahis edecek olursak eğer;

Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) Kütüphanesi, TDV İslâm Ansiklopedisi’nin hazırlanması sırasında ihtiyaç duyulacak kitap ve dergileri toplamak ve bunları ilim âleminin istifadesine sunmak amacı ile 1984 yılında kurulmuştur.

Mart 2007’de yapılan bir araştırma neticesinde Türkiye’nin en iyi on kütüphanesi içinde ikinci olan TDV İSAM Kütüphanesi, bünyesinde bulundurduğu eserlerin konusu itibariyle bir Sosyal Bilimler Kütüphanesi olma özelliğini taşımaktadır. Dinî ilimler, İslâm ve Türk tarihi kültürü ve medeniyeti başta olmak üzere sosyal bilimlerin birçok alanını kapsayan zengin bir koleksiyona sahip olan kütüphane, gerek TDV İslâm Ansiklopedisi’nin gerekse merkezin diğer araştırma ve yayın faaliyetlerinin sür'atli ve sağlıklı bir şekilde yürütülebilmesi için yeni yayımlanan kitap ve süreli yayınları düzenli olarak takip etmek, satın alarak araştırmacıların hizmetine sunmak amacıyla kurulmuştur. Kütüphanede, satın alma dışında bağış ve mübadele yoluyla da eserler temin edilmektedir. Ayrıca aktif olarak yerli ve yabancı 120 kurumla mübadele bağlantısı olan kütüphane koleksiyonunda 215.000 cilt kitap, 777 adedi süreli takip edilen 3093 çeşit yerli-yabancı derginin 130.000 sayısı yer almaktadır. Bu kitapların 96.000 Türkçe, 50.000 Arapça, 28.000 İngilizce, 7.000 Fransızca, 4.000 Almanca, 700 yazma fotokopisi ve 4.700 tez mevcuttur.

Kütüphane sadece yüksek lisans ve doktora öğrencileri ile öğretim üyeleri ve öğretim görevlilerine açık…

İSAM kütüphanesinin araştırmacılara sunduğu önemli hizmetlerden birisinin her geçen gün zenginleşen Osmanlı mahkeme sicilleri koleksiyonu olduğuna dikkati çeken Yılmaz, “Kütüphanenin arşiv birimi içinde yer alan koleksiyonda, İstanbul Müftülüğü’ndeki yirmi yedi mahkemenin kadı sicilleri, Rumeli ve Anadolu kazaskerliği ruznamçeleri, nakibüleşraf defterleri ve kadı mühürleri olmak üzere toplam 10.367 defter ile Anadolu vilayetlerine ait 8.860 defterin mikrofilmleri araştırmacıları istifadesine sunulmuştur” dedi. Ödünç kitap hizmeti olmayan ve haftanın yedi gün sabah 9.00 akşam 23.00 saatleri arasında açık olan kütüphanede, açık raf sistemi uygulanmakta olup araştırmacılar ihtiyaç duydukları kadar kitap ve dergiyi raflardan alıp inceleyebilmektedir. Ayrıca kütüphane aralarında, Orhan Şaik Gökyay, Prof. Dr. Nejat Göyünç, Yavuz Argıt, A. Ragıp Akyavaş, Dr. Turgut Akpınar, Hidayet Nuhoğlu, Kasım Küfrevi, Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Kemal Beydilli, Kathleen R. F. Burrill, Dr. Tayyar Altıkulaç, Dr. Numan Külekçi gibi önemli şahsiyetlerden bağış yoluyla temin ettiği koleksiyonlarını bünyesinde bulundurmaktadır.(Bu kütüphanede Osmanlı hazinesi var! http://www.yeniasya.com.tr/2009/11/01/kultur/h1.htm Gülsevil Kahraman’ın 01.11.2009 )

Kütüphaneye ben gittim çok gururlandım ,umutlandım, hayıflandım, duygulandım. Hakikaten mükemmel bir kütüphane. Çalışanlarının güler yüzü, idarecileri çalışma ortamını en konforlu hale getirebilmek için oluşturdukları yapısal ortam takdire şayandı. Günde 400-450 kişinin kütüphaneden faydalandığını, talep artışını karşılamakta zorlandığını söylediler. Hakikaten ben gittiğimde de boş bir masa yoktu. Sessizlik, huşu hakimdi ve bir mabet havasındaydı. Bu kütüphaneyi ülkemize kazandıran yöneticilere, geçmişte ve şu an çalışanlara, kitaplarını bağışlayan şahısların vefat edenlerine Allah’tan rahmet, yaşanlara da teşekkür ve hayırlı ömürler diliyorum. Daha iyi ve güzellerini başta Kocaeli’mize ve diğer şehirlerimize yapılmasını da ayrıca arzu ediyorum..

Türkiyenin Büyük Çatısı: “Demokratikleşme”ye Doğru-Hakkari Durağı

İnsanların ayrışmayı bu kadar körüklediği bir dönemde Ekopolitik’in Ortak gelecek tasavvurlarımızı artırıcı, ortak diyalog dilinin oluşturulması noktasındaki bu çok değerli girişimlerini daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim. Bu toplantılar sorunu bizzat yaşayanlar tarafından dile getirildiği için ve onların bilgi ve tecrübelerinden istifade edilerek yapıldığı için çok önemli.

Sorunları yok sayarak, tepeden inmeci yaklaşımlarla olayın insani, duygusal ve sosyal boyutların dışında sadece pariyatif tedbirlerle olmadığını yıllarca gördük. Bu bağlamda Çalıştaylara katkı koyan Bölücü değil birleştirici, yıkıcı değil onarıcı ve yapıcı, bizi parça parça edip yönetmek isteyenler karşı oyuna gelmeden kendi sorunlarım için sorunlarımın çözümleri noktasında kendim çözüm bulabilirim anlayışı çerçevesinde hareket ettiklerine, yeniden birlik içinde yaşama fikrinin önceliklendirildiği fikrine inandığım bu ekibi kutlarım.

Bir hikaye ile başlamak istiyorum. Psikoloji okuyanlar iyi bilir. Kısaca anlatayım. Doktora bir hasta gelir . Tavuktan çok korkmaktadır. Doktorlar incelemeye alırlar ve kök nedenine inerler. Hasta kendini darı tanesi olarak görmektedir.Tavuğun kendisini yiyeceğine inandığı için korktuğuna karar verirler. Uzun bir tedaviden sonra kendisinin darı tanesi olmadığına inanır. Doktorlar emin olduktan sonra taburcu ederler ancak gözlemeye devam ederler. Hastane çıkışı takip edilen hasta bir evin köşesini dönerken çığlık atar ve korkar bir şekilde geri kaçar. Hastaya sorarlar. Neden korktun! “Orda Tavuk vardı tavuktan korktum” der. Sen darı değilsin derler. Hasta derki “Ben darı olmadığımı biliyorum. Acaba tavuk benim darı olmadığımı biliyor mu? Bilmiyor mu? Onu bilmediğim için korktum” der.

Bizimde her türlü kaygı ve korkularımızı bırakarak, tedbirimizi elden bırakmadan; birlikten, beraberlikten yana Enerjimizi Türkiye Cumhuriyeti’nin Diğer milletler cemiyetinin en müreffeh, en demokratik, Halkının devletiyle barışık olduğu, mutlu olduğu, en adaletli ülkesi yapmak için çalışmamız gerektiğine inananlardanım.

Ekopolitik’in “Demokratikleşme”ye Doğru-Hakkari Durağı hakkındaki notları yayımlıyorum.

Ekopolitik, Prof. Vamık Volkan’ın rehberliğinde 16-17 Kasım Mezkûr Meçhul Mesele toplantılarıyla başlattığı süreci çekirdek ekip çalışmalarıyla sürdürmüştü. 22-23 Şubat “Demokratikleşme”ye Doğru toplantılarıyla süreç Volkan Hocamızın yönetiminde tekrar değerlendirilmiş ve çekirdek ekibin temel sorunun ve ikincil sorunların çözümü noktasında stratejiler üretmesinin bağlamı geliştirilmiştir.

Ekopolitik, ülkesel çekirdek ekip çalışmalarının yerele yayılması noktasında ilk toplantısını Mersin’de 14-15 Mayıs tarihlerinde ülkesel çekirdek ekibi ile Mersin çekirdek ekibini bir araya getirecek bir formatta organize etmiş ve 27-28 Mayıs tarihlerinde Prof. Vamık Volkan’ın yönetiminde ülkesel ve yerel çalışmaların paralel planlanması ve genel yol haritasının organizasyonu noktasında İzmir-Dikili’de bir İç Eğitim Programı geliştirmişti.

Ekopolitik Hakkari’de daha önce ülkesel çaptaki faaliyetlerine iştirak eden Hakkarili kontakları ile geliştirdiği “çocuklar” projesinin oluştuğu zemin üzerinden ikinci toplantısını ülkemizin bu kritik şehrinde gerçekleştirdi. Bu bağlamda Ekopolitik 14 Haziran 2010 tarihinde Hakkari Şenler Otel’de Türkiye’nin Büyük Çatısı: “Demokratikleşme”ye Doğru – Hakkari Durağı başlıklı toplantısını Hakkari koordinatörleri Halit Yalçın ve Ati Gençlik Derneği yöneticilerinin destekleri ile gerçekleştirdi. Üç oturumdan oluşan toplantı Ekopolitik Koordinatörü A. Tarık Çelenk ve Ekopolitik Direktörü Murat Sofuoğlu’nun konuşmalarıyla başladı.

Üçüncü oturumun ardından çalıştayla aynı adlı kamuya ve medyaya açık panel gerçekleştirildi. Panele Ferhat Kentel moderatörlük yaparken Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş, Kandil geçmişine sahip aktivist Seydi Fırat, İstanbul Türk Ocakları Başkanı Cezmi Bayram ve yazar Muhsin Kızılkaya katıldı.

• Birinci oturumda ilk konuşmayı yapan Halit Yalçın sorunun asıl kaynağı ile ilgili olduklarını aşağılamayı ortadan kaldırmaya çalıştıklarını ifade etti. Kürtler ve Türkler olarak İsrail-Filistin, Rusya-Osetya gibi sorunlarımızın olmadığına değinen Yalçın, esas meselenin Türkiye Cumhuriyeti’nin Kürtleri ezmeden, aşağılamadan, asimile etmeden Kürtlerin devleti olup olamayacağı ve Kürt hareketinin Türkiye Cumhuriyeti’ne entegrasyon sağlaması durumu olduğunu belirtti.

• Halit Yalçın’dan sonra söz alan Hakkari Sanayi ve Ticaret Odası Başkanı Cemal Erip ise Hakkari’nin Kürt sorununun sonuçlarından en çok etkilenen il olduğunu, çatışma sürecinin uzamasının bir kırılmaya sebebiyet verebileceğini ve üreten düşünen insanların silahların önünde durması gerektiğini vurguladı.

• Mali Müşavirler Derneği adına konuşan Tahirhan Taş sorunun Kürtlerden de Türklerden de kaynaklanmadığını sitemden kaynaklandığını, ancak Türklerin de bu soruna seyirci kalmaması gerektiğini ifade etti. Medya ve siyasetçilerin toplumu tahrik ettiğine değinen Taş, bölgenin potansiyel suçlu gibi gösterildiğine dikkat çekerken, sağduyunun korunması gerektiğini söyledi. Tahirhan Taş, iktidarların sorunu anlamadığını için teşhis koyamadıklarını ya da samimiyetsizlikten çözmek istemediğini belirtti. Taş, AKP döneminde beklentiye girildiğini ancak çözüm yapılmadığını ve sürecin 90’lardakine benzer hale gelmeye başladığını ifade etti.

• Hakkari Üniversitesi Yüksekokul Müdürü Tahir Yaşar Hakkari’de birliktelik ve kardeşlik duygularının zayıfladığını ve ötekileşmenin bilinçli şekilde arttığını ifade ederek korkusunun artık bütünleşme isteyen insanların ne doğuda ne de batıda yaşayacak yer bulamaması olduğunu anlattı. Sorunun sadece ekonomik, sosyal ya da örgüt bazlı olmadığını, sorunla bağlantılı olan Ergenekon davasının acilen çözülmesi gerektiğini söyledi. Sorunu çözmek için Türkiye’nin en az Osmanlı kadar cesur ve açık olması gerektiğini ifade eden Yaşar en aklıselim kesimin halk olduğunu ve Türkiye’nin ileri gitmesinde en önemli desteğin Kürt ve Türk halkından geleceğini belirtti.

• Hakkari valisi Muammer Türker yaptığı değerlendirmede Türkiye’nin bütünüyle travmalar yaşadığını bugün yaşanan sıkıntıların sorumlusu olan 12 Eylül’ün herkese darbelere vurduğunu söyledi. Hakkari’nin en temel sorununun “normalleşme” olduğuna dikkat çeken Türker, 30 yılın travmatik etkileri diye tabir etiği OHAL, sıkı yönetim ve normalleşemeyen koşullar ile bölge halkının normali düşünemez, algılayamaz hale geldiğini söyledi. Silahların gölgesinde, hem gaz hem de taş atılan bir ortamda normalleşmenin mümkün olamayacağını ifade eden Türker, Hakkarililerden çözüme yönelik atılacak adımlar için destek istedi. Bölgede insanların hayrına yatırım ve faaliyetlerin engellendiğini ifade eden Vali, muhatap sorunu çektiklerini, çözüme yönelik adımların atılmadığını ve bölgede tek merkezden yönlendirilen bir yapı olduğunu sözlerine ekledi. Demokrasi, insan hakları, barış kavramları gibi ateşkes kavramının da içinin boşaltıldığını söyledi. Toplumsal olaylara da değinen Muammer Türker, çıkan olaylara müdahale edilmediği zaman faillerin daha da üstlerine geldiğini, toplumsal olayların insanların yaşamlarını ve geleceklerinin tahrip ettiği müddetçe ilerlemenin mümkün olmadığını belirtti. Toplumsal olaylarda çocukların öne sürüldüğünü ifade eden Türker, örgütün bunu propaganda malzemesi yaptığını, yereldeki insanların çocukların olaylara karışmasına ve kepenk kapatmaya karşı durması gerektiğini söyledi.

• İHH Hakkari temsilcisi İdris Kaval halkların rejimle sorunu olduğunu ve dıştan gelen tehlikelere, sömürge denemelerine karşı Anadolu halklarının birleşmesi gerektiğini ifade etti. Çocukların olaylara karışmasına da değinen kaval, insanların yanlış olsa bile, muhatap bulabilmek için en değerli varlıkları olan çocukları ön plana çıkarttığını söyledi.

• Şemdinli Belediye Başkanı Sedat Töre Türkiye’de sözde hukuki bir düzen olduğunu ifade etti. Sadece son 5 yıldır Kürtlerin varlığının tartışılmadığını, zımmi bir kabul ortaya çıktığını ifade eden Töre, açılımdan beri kamu otoritesinin Kürtlere yaklaşımında bir arpa boyu bile yol kat edilmediğini ve yeni perspektifin Kürt siyasal hareketini illegalize ettiğini söyledi. Yereldeki bir diğer değişikliğin “iyi” tepe yöneticiler göndermek olduğunu söyleyen Töre daha politize, insanlarla daha sıcak samimim yöneticilerin gönderildiğini ancak bu kişiler farklı olsa da sistemden ayrı düşünülemeyeceklerini belirtti. Çocuklara kimsenin taş atın demediğini söyleyen Töre Türkiye’deki en politize çocukların Hakkari’nin çocukları olduğunu, kolluk kuvvetlerini düşman olarak gördüklerini ve taşları bilinçle attıklarını ifade etti. Çocukların içinde kin olduğunu ifade eden Töre, insani değerlerin yitirildiğine vurgu yaptı.

• İkinci oturum Hakkari Belediye Başkanı Fadıl Bedirhanoğlu’nun kounşmasıyla başladı. Bedirhanoğlu, ise Hakkari’nin Türkiye’nin bir parçası olduğunu, Hakkari’yi Türkiye’den ayrı düşünmenin Hakkari’ye yapılacak en büyük haksızlık olacağını ifade etti. Yıllardır sosyolojik dengenin bozulması için ne gerekiyorsa yapıldığını, bir halkın yok sayılarak fitnenin başlatıldığını söyleyen Bedirhanoğlu insanların başkalarının istediği gibi değil, olduğu gibi yaşamak istediğini söyledi. Eğer bir toplumun kendi dilini her alanda kullanma hakkı varsa diğer bir toplumunda aynı hakka sahip olacağını vurgulayan Bedirhanoğlu, Avrupa’nın bir çok ülkesinde birden fazla dil, birden fazla etnisite olduğunu ancak kimsenin birbirini boğazlamadığını ifade etti. İsteklerinin kendi dil ve kimlikleri ile yaşamak olduğunu ifade eden Bedirhanoğlu, ayrılma taleplerinin olmadığını zaten bu istekleri karşılanırsa ayrılma ihtiyacının ortaya çıkmayacağını söyledi. Son olarak silahların bırakılması gerektiğini ifade eden Belediye Başkanı silahla çözüm olmayacağını çözümün herkesin birbirinin insan olduğunu ve hakları olduğunu anlamasından ve realitelerin kabulünden geçtiğini söyledi.

• Emekli İmam İzzettin Yalçın suçlama ile hiçbir yere varılamayacağını evvela herkesin kendi suçunu görmesi gerektiğini ifade etti. Hepimizin aynı gemide olduğunu belirten Yalçın selamete çıkılırsa hep birlikte çıkılacağını söyledi.

• Yüksekova Belediye Başkanı Ruken Yetişkin, 12 Eylül’den daha kötü bir sürecin yaşandığını, BDP’nin resmiyette açık olmasına rağmen fiilen kapatıldığını, bölgede kelle koltukta siyaset yapıldığını ifade etti. Siyasetin önü kesilirse farklı yollar bulacaklarını ifade eden Yetişkin, toplumsal sorunlara değinerek bölgede tecavüz kültürünün geliştiğini, okulda çocuklara uyuşturucu verildiğini, gözaltındaki kadınların polisin sözlü ve fiziksel tacizine uğradığını söyledi.

• Hakkari Ati Gençlik ve Spor Derneğinden Muhammed Çiftci ilkokulda her sabah okudukları “Andımız”da geçen “Türküm” kelimesini türkü & şarkı kabilinden anladığını, çok sonra babasının oradaki “Türküm”ün Türk manasına geldiğini söylemesiyle bir daha andımızı tekrar etmediği belirtti.

• Eğitim-Sen temsilcisi Tarık Arslan basit örneklerle derinlikli yaklaşımlarda bulunulması gerektiğinden bahsetti ve kendi insan hikayesini anlatmak istediğini belirtti. İlkokulda hem Türkçe bilmediği için hem de kız olduğu için tuvalet ihtiyacını gidermek üzere sınıftan çıkamayan arkadaşının altına kaçırmasıyla öğretmeninin bunu kimin yaptığını sorduğunu kendisinin de tek bildiği Türkçe kelime olan “bu” dediğini ve bunun üzerine öğretmeninin kendisinin hayatında hiç yaşamadığı şekilde dövüldüğünü anlattı.

• Katılımcılardan Salih Timur yaşanan sorunun sosyolojik psikolojik yanları olmasına rağmen sorunun etnik olduğunu ve sistemden kaynaklandığını ifade etti. Her gün bir cenazenin batıya giderken bir cenazenin de bölgeden kalktığını belirten Timur eğer sistem daha özgürlükçü, demokrat hale getirilmek isteniyorsa ideal olan olmasa da değişikliklere destek verilmesi gerektiğin ifade etti.

• Kamer temsilci Zozan Selimoğlu şiddetten en çok etkilenen kesimin kadınlar olduğun ancak en az onların sorunlarının konuşulduğunu ifade etti. Kadınlar için düğün ve yastan başka sosyalleşme imkanı olmadığını belirten Selimoğlu, samimiyetle niyetlerimizi açıklayıp barıştan mı yoksa savaştan mı yana olduğumuzu ortaya koymamız gerektiğini söyledi.

• Eski Milletvekili Macit Pirozbeyoğlu, Kürtlerin Türkleri kendilerinden daha çok sevdiklerini ve Türkiye’nin bölünmesini istemediklerini söyledi. Daha önce bir kardeşlik anlaşması yaptıklarını ve buna sadık kaldıklarını ancak anlaşmanın güçlü tarafca bozulduğunu ifade eden Pirozbeyoğlu valiye giderken ondan korktuklarını ve nasıl yaranacaklarını düşündüklerini, aynı şekilde BDP’ye giderken ondan da korktuklarını ve nasıl yaranacaklarını düşündüklerini, iki değirmen taşı arasında kalmış buğday tanesi gibi olduklarını belirtti. Karar vericilerin halkla yüzyüze görüşememesinden şikayet eden Pirozbeyoğlu toplantı sonuçlarının karar vericilere ulaştırılmasını istedi.

• Üçüncü ve son oturum KESK sözcüsü Cahit Balıkesir’in konuşmasıyla başladı. Balıkesir, bölgede yeşil kart ve yardımlarla hegemonya kurulduğunu, insanların üretimden koparılıp siyaset yapmamalarının istendiğini söyledi ve bölgeye yönelik oyalama taktiklerinin uygulandığını belirtti.

• Çözüm reçetelerinin tartışıldığı son oturumda Cemal Erip, KCK operasyonu ile radikallerin güçlenip alternatif seslerin kesildiğini söyledi. Kepenk kapatmanın dışarıya göçe sebep olduğunu ve esnafın kepenk kapatmak istemediğini, kepenk kapatma yerine başka makul eylemler yapılması gerektiğini ifade etti. Sosyal yardımların sorun çözmek yerine “profesyonel yoksullar” ürettiğini söyleyen Erip bu konunun düzene sokulması gerektiğini vurguladı.

• Sabancı Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Ayşe Betül Çelik, Türklerin Kürtlerin ne istediğini bilmediğini, diyalog kanallarının açılıp doğudaki insani hikayelerin batıya ulaştırılması gerektiğini vurguladı.

• Tahirhan Taş dünyanın her tarafında savaşı başlatan tarafın muhatap alındığını dolayısıyla İmralı ile görüşülmesi gerektiğini söyledi. Operasyon ve PKK eylemlerinin durması gerektiğini belirten Taş, Kürt siyasetçilerin serbest bırakılmasının, yerel yönetimlerin ve temel hak ve özgürlüklerin güçlendirilmesinin gerekliliğini vurguladı.

• Eğitim Bir-Sen temsilcisi İzzettin Seven, Kürt sorununu Kürtleri sorun olarak görenlerin ortaya çıkarttığını belirtti. Ortak değerlerin güçlendirilmesinin ve inanç değerlerinin anımsatılmasının önemine değinen Seven, her ölümün çözümsüzlüğü getirdiği söyledi.

• Ruken Yetişkin, liste halinde sıraladığı çözüm önerilerinde TMK’da düzenleme yapılmasını, operasyonların durdurulmasını, linç kültürünün durdurulmasını, Yayla yasağının kalkmasını, köye dönüşlerin cazibe haline getirilmesini ve altyapısının hazırlanmasını, Tarımın desteklenmesini iş ve istihdamın sağlanmasını yerel yönetimlerin desteklenmesini ve çözüm eğere İmralı ise İmralı ile görüşülmesini istedi.

• Çözüm önerilerini sunan Fadıl Bedirhanoğlu, devletin halkın değerlerine saygı duymasının, halkın devleti olmasının ve doğuda da batıda da aynı kanunların geçerli olması gerektiğini söyledi. Ayrıca devletin güvenlik anlayışının kendini vatandaştan korumak değil, vatandaşı korumak olması gerektiği ilave etti.

• Ekopolitik’in ulusal çekirdek ekibi üyesi İstanbul Türk Ocakları Başkanı Cezmi Bayram şehirdeki anormal hayat şartlarının farklı bir psikoloji doğurduğunu belirterek Kürtler nasıl empati bekliyorlarsa aynı empatinin Türkiye’nin kurucularına da yapılması gerektiğini söyledi. Esas fedakarlığın bölgeden değil Ankara’dan beklenmesi gerektiğine vurgu yaptı.

• Şemdinli Belediye Başkanı Sedat Töre ise Kürtlerin Kimliği tanınmadığı müddetçe bu savaşın süreceğini ifade ederken Türk-İş temsilcisi Mahmut Akdağ Edirne’deki vatandaşla Çukurca’daki arasında fark olmaması gerektiğini ifade etti.

• Sabancı Üniversitesi yüksek lisans öğrencisi Zeynep Başer ise çocukların sesinin dikkate alınması gerektiğini, yetişkinlerin hep çocuklar adına konuştuğunu ifade etti.

http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=4821&pid=11

4 Haziran 2010 Cuma

Bir İzmit Beyefendisi(1)

Kimden mi bahsediyorum?

Kocaeli’ye geldiğim 1986 yılından beri bir çok değer verdiğim insanlarla tanıştım. Arkadaş oldum, dost oldum. Hepsi benim için ayrı ayrı önem verdiğim değer verdiğim kişiler. Onların arasında tanımaktan dolayı çok mutlu olduğum birisi vardı ki Yavuz Argıt Ağabey, 07.05.2009 yılında Hakka yürüdü.

Çok değerli dostum, ağabeyim Ahmet nezih Galitekin’le 1981 yılında Petkim’de stajımı Polietilen Fabrikasında (Petkim içersinde 16 tane farklı fabrika vardı) yaparken tanıştım. Tanıştığımda Erzurum Üniversitesinde öğretim görevlisi olan Şerafettin Gölcük’ün doçentlik tezi olan “Kelam Acısından İnsan ve Fiilleri” tezini okuyordu. Şaşırmıştım. Bende kendimi 12 eylül öncesi çok okuyan Rahmetli babamın kütüphanesi ile birlikte ciddi bir kütüphanesi olan, biri olarak görüyordum, tabi ki Ahmet abiyi tanıyıncaya kadar. Çay saatlerinde ve özel görüşmelerimde dostluğumuz ilerledi benim ona olan hayranlığım artmıştı.

Aradan seneler geçtikten sonra ben 1986 Yılında Tüpraş’a işe başladım. 1991-1992 yıllarında tekrar Ahmet abi ile irtibat kurdum. Ahmet abi ile dostluğumuz devam ederken Yavuz ARGIT abi ile tanışma bahtiyarlığına eriştim. Kafkas kökenli oluşu o tarihlerde benim ona olan hayranlığımı, ilgimi ikiye katladı diyebilirim. Kendisi Dünyada nesli tükenmekte olan bir halkın(Ubıh) mensubu idi “UBIH” Dünyada çok az kalmış nadirattan bir halktır.88 yıl Ruslarla savaşmışlardır Plevne savaşında 5000 Ubıh’ın şehit olduğunu tarihçiler bildirmiştir.

İzmit; aslında böyle naif, insancıl, çevreci, hayvansever, kitapsever, felsefe, tasavvuf, Vahdeti Vücut, Quantum fiziği gibi disiplinlere bu derece hakim, birçok insani duyguları üzerinde taşıyan nadirattan bir kişiyi yetiştirdiği için bence onur duymalı gurur duymalı ve sahip çıkmalıdır…

yavuzabi Yavuz ARGIT 1934 senesinde İzmit’te dünyaya geldi. Deniz astsubayı olarak eğitim aldı ve 1955-1957 yılları arasında donamada görev yaptı. Askeriyeden ayrıldıktan sonra Deniz Ticaret Filosu’nda B sınıfı çarkçı başılığına kadar yükseldi.

1969 yılında Petkim’de işe başladı ve 1980 yılında da emekli oldu. 1982 -1994 yılları arasında açık deniz gemilerinde çarkçı başı olarak görev yaptı. Seyehatları sırasında dünyanın farklı bölgelerindeki bir çok ülkeyi gezme fırsatı buldu.

Denizcilik mesleği, Yavuz Argıt’ın on altı yaşında kendisine hediye edilen bir kitapla uyanan okuma merakını geliştirmesine fırsat tanıdı. Her sefere çıkışında yanına yüzlerce kitap alan Argıt, konu ve tür açısından kitaplar arasında bir ayırım yapmamış, tıpdan, arkolojiye kadar hemen her bilim dalı onu ilgi sahası içinde yer almıştır.(ISAM Bülteni Yıl 1 sayı 3 mart 2004)

1999 senesinde İSAM(İslam Araştırmaları Merkezi) kütüphanesine 30000 kitabını bağışladı. 1997-1999 yılları arasına da Sefa SİRMEN’in ve Sabancı gurubu Yavuz ARGIT kütüphanesine talip olmuştu.

Yavuz ARGIT kütüphanesi bana göre o yıllarda Kocaeli’ye yakışırdı diye düşünmüştüm….

Bir taraftan bakıldığında okunurluk ve kadir kıymet bilme açısından geri baktığımda İSAM Kütüphanesine kitaplarını bağışlamasının ne kadar isabetli olduğunu görmedim değil aslında.

Kocaeli’de belki nice bir çok değerler var. Bizler onların çoğunu bilemiyoruz., bildiklerimizin de kıymetlerini bilmiyoruz….