30 Aralık 2010 Perşembe

Yeni Ekonomik Yapılanmanın Dünya Ekonomisi Üzerine Etkileri

Dünyada tüm ekonomik sistemlerin buna bağlı her türlü kavram ve parametreler tartışıldığını görüyoruz. Özellikle Fütüristler geleneksel dünya modeli sarsacak ve yerine farklı modellerin geleceğine inanmaktadırlar. Dünyada her birkaç yüzyılda bir buna benzer hadiseler olmuş ve toplumlar kendi dönüşümlerini gerçekleştirmişlerdir. Günümüz yeni bir yapılanma dönemine girmiştir. Bu dönem ait Küreselleşme, Bilgi Toplumu, Üçüncü Dalga v.b kavramlarla anlatılmaya çalışılmaktadır.

Gutenberg_2

Genellikle bilinen dönüşüm örnekleri ise 13. Yüzyılda köyden şehre göç ve şehirleşmenin vermiş olduğu yapısallıkla ticaret hayatının gelişmesi sürecinde ticaret devrimi. 15. Yüzyılda Gutenberg’in tipografi tekniğini bularak basım konusundaki gelişmeler. 16 yüzyılda Martin Luther Hiristiyanlıktaki değişim ve Rönesans tohumlarının atılması. 17. Yüzyılın ortalarında James Watt’ın Buhar Makinelerinde yaptığı değişiklikler. Adam Smith’in Ekonomiye dair geliştirdiklerini sıralayabiliriz.

Günümüzde bu dönüşüm Enformasyon teknolojilerinin geldiği boyutla birlikte, diğer ulaşım araçlarındaki değişiklikler netiçesinde geçmiş dönemlere nazaran her alanda ciddi bir hız kazanılmıştır. Dolayısı ile buna bağlı her türlü iş yapışları değişmiştir. Dönüşüm bundan sonra baş döndürücü şekilde olacaktır. Bunda en önemli faktörü de her alandaki paralel gelişen teknoloji değişiklikleridir.

internet1

1995-1996 yıllarında İnternet üzerine konferanslar (Derince Zübeyde Hanım Salonu 1000’er katılımcını katıldığı 2 büyük. 3 ayrı STK da dar katılımcı) ve radyo programları yapmıştım. O dönemde beni dinleyen arkadaşlarımdan, sen bunları anlatırken biz anlattıklarının hayalden ibaret olduklarını sanıyorduk ancak şimdilerde İnternet üzerinden bankacılık işlemlerini yaparken veya Internet üzerinden alışveriş yaparken hep seni anıyoruz derler. 1996 Nisan Ayında Kocaeli Aydınlar Ocağında da İnternet konulu konferans vermiştim. İnternete uzak duran arkadaşlarımın da şimdilerde bir İnternet bağımlısı olduklarını görüyorum. Kısaca İnternetin ve e-ticaretin makro ekonomi üzerine ciddi etkileri vardır. Bir örnek verecek olursam. Ben Çin’den bir ürünü Kargo fiyatı firmaya ait olmak üzere en geç 8 gün içinde masamda bulabiliyorum. Dünyadaki e-ticaret hacmi inanılmaz büyüklüktedir. 2010 yılı Türkiye beklentisi 10 milyar dolardır. Dünyada e-ticaret hacminin en çok olduğu bölgeler Kuzey Amerika, Avrupa (Batı ve Kuzey Avrupa) ve Uzakdoğu-Pasifik ülkeleri (Japonya, Çin, Singapur ve Avustralya-Yeni Zelanda bölgeleri)dir. Dünyadaki hacmi ise 4 trilyon doların çok üzerindedir.

e-ticaret1

İnternet kullanımındaki artış ve e-ticaretteki büyümenin bu aranda artmasının sebebi bunlar dijitalleşmedeki yaygınlık, networklerdeki gelişim geniş bantlar ve kişiselleştirmedir

İnternetteki her şey dijitaldir. Bilginin dijital biçime dönüşmesi ile birlikte Bir dijital devrim yaşanmıştır. Bu sayede bilgi, bilgisayarlar tarafından işlenmekte ve network ağlar aracılığıyla diğerlerine iletilmektedir. Bilgi teknoloji araçları kapasitelerini geliştirirken fiyatları artmamaktadır dolayısı ile bu teknolojinin kullanabilirliği fiyat performansı ve teknolojik gelişmeden dolayı topluma cazip gelmektedir.

internet2

Ülkemizde 30 milyonun üstünde bir internet kullanımı Dünyada da 2,5 milyar insanın internet kullandığını düşündüğümüzde e-ticaret yapmak isteyenlerin iştahlarının kabarmış olduğunu görür ve e-ticaretin artma nedenlerini de anlamış oluruz.

16 Aralık 2010 Perşembe

“Demokratikleşme”ye doğru Türkiye’nin Ağacı

th

Türkiyenin Büyük Çatısı

2009 yılından beri takip ettiğim ve Yazılarımla da sizleri bilgilendirdiğim Ekopolitik (Ekonomi ve Sosyal Araştırmalar Derneği) tarafından organize edilen ( “Türkiye’nin Büyük Çatısı” üst başlığı altında yapılan Toplantıların yenisi 11 Aralık 2010 Tarihinde “Demokratikleşme”ye doğru Türkiye’nin Ağacı İstanbul Maslak-Sheraton Otel’inde yapıldı.

Toplantının teması “Demokratikleşme”ye doğru Türkiye’nin Ağacı idi. Bu toplantıların kısa bir tarihçesine bakacak olursak eğer.

27 Ocak 2009 tarihinde İstanbul Dedeman Otel’de ;

“Türkiye’nin Büyük Çatısı ve Ortak Aidiyet”

4 -5 Haziran 2009 tarihlerinde Kıbrıs’ta Yakın Doğu Üniversitesi ile işbirliği çerçevesinde

“Gizli Kuşatılmışlık”

16-17 Kasım 2009 tarihlerinde İstanbul Dedeman Otel’de;

“Türkiye’nin Büyük Çatısı: Mezkûr Meçhul Mesele”

22-23 Şubat 2010 tarihinde İstanbul Beykoz Halk Bankası Sosyal Tesisinde

“Ekopolitik-Türkiye’nin Büyük Çatısı Demokratikleşmeye Doğru – Beykoz”

14-15 Mayıs 2010 tarihinde Mersin’de organize ettiği ilk yerel toplantı Ekopolitik,

Türkiye’nin Büyük Çatısı: “Demokratikleşme”ye Doğru & Mersin Durağı

14 Haziran 2010 tarihinde Hakkari Toplantısı Ekopolitik, Türkiye’nin Büyük Çatısı:

 “Demokratikleşme”ye Doğru & Hakkari Durağı

28-29 Temmuz 2010 tarihlerinde Beykoz Halk Bankası Sosyal Tesisinde Türkiye’nin Büyük Çatısı:

“Demokratikleşme”ye Doğru & Türkiye’nin Çekirdek Ekipleri”

26 Ağustos 2010 Türkiye’nin Çekirdek Ekipleri;

Cumhurbaşkanlığı Ziyareti

30-31 Ekim 2010 Malatya Toplantıları Ekopolitik, Türkiye’nin Büyük Çatısı:

“Demokratikleşme”ye Doğru & Malatya Durağı

11 Aralık 2010 Tarihinde İstanbul Maslak- Sheraton Otel’inde yapıldı

“Demokratikleşme’ye doğru Türkiye’nin Ağacı

th1

Bu arada Çekirdek ekip Müteaddit defalar kendi arsında toplantılar yaptı. Görüldüğü gibi zor meşakkatli geniş bir katılımlı bir o kadarda önemli bir organizasyon.

Ekopolitik, ülkesel “çekirdek ekip” katılımcılarının Türkiye’nin gerçeklerine karşı hissettikleri hassasiyetle bir araya gelerek ülkenin sorunlarını tartışması ve meselelerin çözümüne ilişkin ortak çözüm arama çabalarına destek vermektedirler.

Biraz çekirdek ekip de kimler var bakalım; Altan Tan, Avni Özgürel, Cezmi Bayram, Gültan Kışanak, Mete Yarar, Murat Belge, Musa Serdar Çelebi, Özdem Sanberk, Raif Türk, Seydi Fırat, Ümit Fırat, Vedat Bilgin

Gelelim 11 Aralık 2010 Tarihinde İstanbul Maslak- Sheraton Otel’inde yapılan,

“Demokratikleşme”ye doğru Türkiye’nin Ağacı toplantına Burada Toplantıya isim olarak da damgasını vuran Ağaç modeli ve metedoloji üzerine;

Toplantılar Ağaç Modeli’ne uygun bir şekilde merkezde gövdeyi temsil eden Ülkesel Çekirdek Ekip’in ve çevrede dalları temsil eden Mersin, Hakkari ve Malatya yerel çekirdek ekiplerinin yer alacağı şekilde gerçekleştirildi.

Ağaç modeli; Ekopolitik sözkonusu toplantıların gelişimini bir “süreç” düşünce ve duygusunu esas alarak Vamık Volkan’ın 1999 yılında kendi kurduğu enstitünün aynı isimli dergisinde kaleme aldığı “Ağaç Modeli” (Vamık Volkan, The Tree Model: A Comprehensive Psychopolitical Approach to Unofficial Diplomacy and the Reduction of Ethnic Tension, Mind & Human Interaction, Windows Between History, Culture, Politics, and Psychoanalysis, Volume 10, Number 3 1999 University of Virginia, Chorlottesville, VA USA) başlıklı makalesi ve diğer çalışmaları temelinde planlamaktadır. Volkan toplumsal süreçlerde yaşanan birtakım girift ilişkilerin garip ancak anlamlı bir takım psikolojik süreçlere dayandığını düşünmektedir. Bu çerçevede travma yaşayan ve kimlik sorgulamaları içinde olan bir toplumda grup kimlikleri arasında baş gösterebilecek çatışma ihtimalleri ve süreçleri karşısında ortak bir çadır(aidiyet)ın mümkün olup olmadığı arayışına denk düşmek üzere kendisinin Ağaç Modeli olarak isimlendirdiği bir yapı geliştirmiştir.

Ağaç Modeli”nin köklerinde çatışma dinamiklerine işaret eden sorunlara dönük teşhisler yer almaktadır. Gövde bu teşhisler bağlamında sorunların taraflarını bir araya getiren çekirdek ekiplerin diyalog süreçlerini temsil etmektedir. Ağacın dalları ise ana gövdedeki diyalog & çekirdek gruplarının toplumsal zemine yayılmasını temsil eden yerel çekirdek ekip çalışmalarını temsil etmektedir.

Ağaç Modeli gayri resmi sivil bir toplumsal sürecin herhangi bir ülkede yaşanan toplumsal kimlik temelli (büyük grup kimliği) problemler karşısında geliştirebileceği barışçıl süreçlerin yol haritasını ortaya koymaktadır. Bu bakımdan sözkonusu gayri resmi sivil insiyatif ağacın gelişimi ve büyümesine parelel olarak göğe bakan dalları yeterli olgunluğa ulaştığında resmi & politik kanallarla gelinen noktayı paylaşım yoluna gitmektedir. Bu noktada resmi & politik kanallar gayri resmi sivil insiyatifin geliştirdiği çözüme dönük teklifleri ve yapıları siyasi çözüm formüllerine dönüştürebilmekte ya da bilinen yolları kullanmaya devam etmektedir. Dünya literatüründe bu iki yolun ortaklaşması (Track I & Track II terimleri sözkonusu durumu ifade etmek üzere uluslar arası literatürde yaygın olarak kullanılmaktadır. ) durumlarına ana yol diplomasisi ile tali yol diplomasilerinin birleşmesi denmektedir. (Ekopolitik)

Toplantıları Ağaç Modeli’ni üreten ve geliştiren Prof. Vamık Volkan tarafından yönetildi.

Müzakere Konuları

    Türkiye’de farklı etnik gruplardan gelen insanların yaşamında birlik ve beraberliği sağlayan elementler nelerdir?
                Ortak bir aidiyetten bahsedilebilir mi? Birlik ve beraberlik oluşturabilecek bir terkibin sağlanmasında tarihin yeri nedir?
                Kimlikleri ayıran ve etnik gruplar için kimlik sembolü olarak algılanan tarihi olaylar var mıdır? Uzun senelerden beri kimlik adına birçok insan kaybı oluştuktan ve güvenlik sorunu yaşandıktan sonra kimlik kavramı ile bağlantılı ne gibi sorunlar ortaya çıktı?
                Bu sorunları örneklendiren olaylar var mı? Böyle sorunların ortaya çıkmadığını veya önlendiğini gösteren misaller keza var mıdır?
                Ülkemizde ayrımcılığın ve ırkçılığın ortaya çıkması ve yayılması tehlikesi var mıdır?
                Yas tutan onbinlerce, yüzbinlerce ve belki milyonlarca insanı rahatlatmak için neler yapılmalıdır?
                Türkiye’de herkesin eşit vatandaşlar olduğunu gösteren ve bunun karşıtı, bu eşitliği bozabilen olayların geliştiğini gösteren örnekler var mıdır?
                Halk içinde kimlik ve ortak yaşama güveni ve iradesi geliştirmek ve bilhassa aşağılanma duygusunu azaltmak, yumuşatmak veya yok etmek için nasıl “reçeteler” düşünülebilir?

              (Ekopolitik)

              Bu toplantıya ait Ekopolitik sitesinde detaylı bilgileri görebilirsiniz.

              http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=5157&pid=4985

              Ayrıca benim Türkiye’nin Büyük Çatısı üzerine yazdığım yazılara da Kocaeli Aydınlar Ocağı sitesinden ulaşabilirsiniz.

              http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/

              15 Aralık 2010 Çarşamba

              Soyut Düşünce. (2)

              soyut7

                                          "Zekanın daha doğrusu dehanın en büyük alameti, mücerret(soyut) düşünme kabiliyetidir"

              "Zekanın daha doğrusu dehanın en büyük alameti, mücerret(soyut) düşünme kabiliyetidir" demişti çok değerli hocamız Prof Dr. Ayhan Songar. Örnek olarak da Necip Fazıl Kısakürek'in Çile şiirinden ;

              Burnum değdi burnuna yok'un

              Kustum öz ağzımdan kafatasımı.....

              Dizelerini vermişti.

              soyut6

              Soyut kelimesinin Latince ve Osmanlıca'daki manalarına baktığımızda ise;
              Latince: abstractum.(çekip çıkarılmış, sıyrılmış)
              Osmanlıca: mücerret, külli, menzu, basit, zihni, ma'kulat, mücerredat, ruhi, manevi
              Türkçe'de "soymak" eyleminin kökünden türetilmiştir. bütünün niteliğini dile getiren somut deyiminin karşıtıdır. Bütünlüğünden soyulmuş, soyutlanmış olanın niteliğini dile getirir. Hint_Avrupa dillerindeki kökeni, ayırt edilmiş ve bir şeyden alınıp çıkartılmış anlamlarını dile getiren Latince abstractum deyimidir.( Orhan Hançerlioğlu O.H) 

              Soyutlama ile elde edilmiş kavram ve düşünceler de soyuttur. Soyut kavramlar nesnelerin niteliği olarak var olan, nesnelerden çekilip çıkarılan kavramlar için kullanılır. (büyük, küçük, kırmızı, sarı,) Algılanamayan şeyleri göstermek içinde soyut kavramlar kullanılır.(Adalet v.b) 

              İlişik olduğu nesne ve özelliklerden ayrılarak düşünülen herhangi bir şeyin niteliği ya da bu niteliği anlatan kavramlar.(Türk Dil Kurumu TDK)

              soyt7

              Soyut Düşünce: Duyulur ve algılanır olandan sıyrılmış, kavramsal düşünme ile varılan düşünce.(Türk Dil Kurumu TDK)

              Düşünceler iki ana guruba ayrılır; soyut düşünce ve somut düşünce diye. Eğer Düşünce gerçek nesnelere göre ifade buluyorsa somut, düşünsel nesnelere göre ifade buluyorsa soyut düşünce olmuş diyebiliriz.

              Soyut demek,"soyutlama ile elde edilen, varlığı maddeden hareketle insan zihninde gerçekleşen" demektir. Soyut(abstrait) terimi, somutun(concret) zıddı gibi kullanır. Bir nesnenin, kendine özgü tüm nitelikleri ile verildiği bir tasarım, somuttur. Bundan dolayı, maddi şeylere dair bir fikir, duyumlarımıza yakınlık sağladığı ölçüde somuttur. Bir nesneden, yalnızca ait bulunduğu türün karakterlerini alıkoyan bir tasarım, soyuttur. Bir fikir, kavrama yakınlaştığı ölçüde soyut olur. Somut reel dünyaya, soyut insan zihnine aittir. Soyut düşünmenin zıddına "somut düşünme" denir. Somut düşünce; "somut olana, maddi olarak şimdi ve burada olana dayalı düşünme şekli"dir.(Prof. Dr. Cihan DURA)

              soyut5

              İnsan somut düşünce ile başlar, sonra soyut düşünür, daha sonrada soyut düşüncesini somut düşünce ile ilişkilendirir. Bilim soyut düşüncenin ürünüdür. Gündelik olaylarla ve hayatla uğraşmak düşünmeye engeldir. Düşünmede ancak soyut kavramlarla bir değer ifade eder ve anlamlı hale gelir. Bilimsel bir bilgi ancak soyut düşünce ile anlaşılır. Soyut düşünceden yoksun kişiler bilimi kavramada zorluk çektiğinden ya bilimi reddederler veya bilimi anlamaktan ve bilimle uğraşmaktan vazgeçerler.

              Dünyada bilim ile ilgili gelişmeler bakıldığında hangi ülkeler bilimde, fende, felsefede, sanatta ileri iseler o ülkelerde soyut düşünce gelişmiştir. Soyut düşüncedeki gelişmişlik ülkelerin her konu ile ilgili gelişmişliği ile doğru orantılıdır.

              3 Aralık 2010 Cuma

              Soyut Düşünce. (1)

              soy1

              "Beş duyu organımızdan biri ile algılayamadığımız, ancak inanç ve his ile algılayabildiğimiz, kavram ve varlıklara soyut denilir."

              Sık sık makalelerde ve çevremizde bazı kişilerin "Biz Türkler soyut düşünemiyoruz. Düşünse idik durumlar böyle olmazdı." Gibi lafları duyarız veya okuruz. Soyut düşünmedeki kabiliyetsizliğimiz sadece biz Türklere ait özellik değildir. Dünyada soyut düşünce fukarası bir sürü millet vardır. Biz Türkler ise soyut düşünme konusunda o kadar kötü değiliz aslında soyut düşünce konusunda önde giden milletlerden sayılırız. Soyut düşünme kavramının son yüzyıllarda bizde yerleşememesinin birçok nedeni vardır.

              Önce Soyut nedir? Soyut düşünce nedir? ona bakmamız gerekir. Soyut bir soyutlamanın neticesinde ortaya çıkan şeydir. Zihnin bir varlığı yahut bir şeyi, gerçekte onunla birleşmiş halde bulunan diğer niteliklerini bir yana bırakarak sadece bir niteliği ile kavraması olayıdır. Yani zihnin, nesne ile ilgili nitelikleri nesneden ayırarak kavramasıdır. Somut fikir ise, her şeyin niteliklerinin birlikte kavranışıdır. Elmanın sadece rengini bütün diğer niteliklerden ayrı olarak düşündüğümde soyut, elmanın kokusunu, rengini, ağırlığını, şeklini aynı anda düşündüğümde ise somut düşünmüş olurum.(Prof. Dr. Ziya FİLİZOK)

              İlkokullarda öğretirler Somut isimler: beş duyu organlarımızla kavranan varlıkları gösteren isimler. Soyut isimler: beş duyu organımızla kavrayamadığımız akılla kavrayabileceğimiz isimlere soyut isimler denir. İlköğretimde görülen bu soyut ve somut kavramı öğrencilere ilköğretim, orta öğretim ve yüksek öğretimde imtihanlarda devamlı sorulur. Öğrenciler bu kavramlarda genellikle çok zorlanırlar. Çünkü aynı kelime, farklı ilim dallarına, farklı disiplinlere göre, soyut ve somut kavramları birbirine karışır. Bu kavramlar her zaman mutlak kavramlar değildir göreceli kavramlardır. Bu düşüncelerin öğrencilere kavratılması çok önemlidir. Klasik bilimler bize soyutlamanın anlam fakirleşmesine rol açtığını söyler. Ancak modern bilim ise tam tersi anlam zenginleşmesine sebep olduğunu söyler. Biz bunu bizzat da günümüzde görüyoruz. Batı toplumlarında soyut düşünce yaygındır.

              Soyutlama bir kavramın ilişkili olduğu nesnelerden ayırıp onu tekil olarak düşünüp, onu genelleştirerek daha geniş bir ortam hazırlanarak yeni farklı kavramlar oluşturmak için özgün yapısının çıkarılma işlemidir. Hepimizin iyi bildiği mecaz kullanılarak yazılan şiirler fıkralar ve atasözlerini kavramak ancak soyut düşünce ile mümkün olabilir. Bazen arkadaşlar arasında anlatılan mecazi bir olayı bazı arkadaşlar anlamadı mı? veya farklı yorumladığı zaman "jeton düşmedi mi?" diye ifade ederiz. Soyut düşüncenin yaygınlaşamaması aslında soyut kavramların öğrenmesindeki ve özümsenmesindeki zorluklardır. Kesinlikle ama kesinlikle soyut kavramların öğretildiği, geliştirildiği bir eğitim ve öğretim metodolojisi izlenmesi gerekir.

              soy3

              Soyut düşünce ne sağlar? Özgür ve özgün düşünceyi geliştirir. Düşünme kabiliyetini artırırı buna bağlı olarak sorgulayıcı bir kafa yapısı oluşturur. Hayal gücünü artırır. Soyut düşüncenin geliştiği yerlerde keşifler olur. Kaliteli bilim ve sanat insanları ortaya çıkar. Farklı sanatlar, bilim ve kültür zenginliği oluşur. Dilde, anlatımda, edebiyatta, resimde, heykelde, müzikte, mimaride, felsefede, mantıkta, çevrede, yönetimde farklı sanat dallarında ciddi farklılıklar müspet gelişmeler oluşur.

              Türk milleti ne zaman soyut düşünenler tarafından yönetildiğinde dünyada lider konumuna gelmiştir. Lider konumlarında iken bilimde, teknikte, tıpta, felsefede, astrolojide, mimaride, edebiyatta, sosyolojide ve birçok alanda insanlığa büyük hizmetler üretmişlerdir.

              Dünyayı gelişmiş soyut düşünebilme yeteneği olan halk topluluklarının çoğunluk olduğu toplumlar ve yöneticilerden oluşan milletler yönetir.        

              12 Kasım 2010 Cuma

              İNSANLARIN BAYRAMI HAYVANLARIN FELAKETİ olmasın

               

              Haytap ve Dohayko Sivil Toplum Kuruluşlarının mesajını blogumda vermek istedim.

              Kocaeli Doğa ve Hayvan Dostları derneği de Kocaelide Gebze ve Kartepe Barınaklarına Bayramın 3. Günü Ziyaret yapacak. Saat 13.00 Yahya kaptam Süleyman Demirel Kültür Merkezinden Hareket edecektir.

              haytap_bayram_1

              Bayramdaki 9 günlük tatilde, Türkiye'nin her yerindeki belediye sahipsiz hayvan bakımevlerindeki onbinlerce köpek aç ve susuz bırakılacak.
              Bakımevi veteriner hekimleri ve personel, aile ve akrabalari ile bayram kutlarken, o canlar bir lokma yemeğe bir yudum suya hasret ölecekler.
              Ulaşabildiğimiz tüm ilgili kuruluşlara ve basına, İNSANLARIN BAYRAMI HAYVANLARIN FELAKETİ olmasın mesaji ile uyarı ve dikkat çekme için yazılar yazdık, basında da çıkarmaya çalışıyoruz.

              Bu çalışmayi desteklemesi açısından bayramın 3. gunu saat 13.00 de butun yurtta eşzamanli olarak belediye bakımevlerinde CAN DOSTLARI BULUŞMASI ile, belediye veteriner hekimleri, il çevre müdürlüğü görevlileri, Veteriner Hekimler Oda mensupları, belediye yetkililerini de davet ederek BAKIMEVLERİNE ZİYARETTE bulunulmasınıngerekli olduğunu düşünüyoruz.

              bayram_felaket1

              Gruplarda ve paylaşım sitelerinde onbinlerce hayvan sever arkadaşımız, duyarlı insanlar var. Bu arkadaşlarımızın dörtte biri bile bu ziyarete katılsa, bayramın 3. günü Saat 13.00 te yüzlerce arkadaşımız bakımevlerinde ağzi dili olmayan hayvnalarımızı ziyaret etmiş olacak.
              Hayvanların doyması belediye veteriner hekimlerinin umurunda değil. Eğer uğraşıp konuya dikkat çekmezsek, onların aç kalmasına seyirci kalmış olacağız.
              DOHAYKO İzmir Temsilcisi ve eylem söylem grubu sözcüsü ŞULE BAYLAN bu ziyareti ülke çapında organize edecek.
              Lütfen herkes bulunduğu yerde veya yakın şehirlerdeki hangi bakımevlerine ziyaret yapacağı konusunda ŞULE HANIM'a yazarsa iyi olur.
              Bakımevi ziyaretinin yanında, ORMANLARA da ayni tarih ve saatte gidilmesi kamuoyunun dikkatini bu soruna çekmesi açisindan çok iyi olur.
              EVET, KiMLER BAYRAMDA TEL KAFESLER ARKASINDAKI HAPİS CANLARA ZIYARETE GIDECEK?

              Selam ve sevgilerimle

              Nesrin Çıtırık/ HAYTAP/ DOHAYKO

              5 Kasım 2010 Cuma

              Türkiye Bir Filozofunu Kaybetti.

              15692 İnsan Hayatında önemli kilometre taşları vardır. Benimde kilometre taşlarımdan biri Durmuş Hocaoğlu ile tanışmam ile başlar. Dostum Tarık Çelenk 17 yıl önce İstanbul’da özel bir iftar yemeğine davet etmişti kendisi ile tanışma bahtiyarlığına o iftar yemeğinde eriştim. Sonra Hereke’ye Rahmetli Yavuz ağabeyin de olduğu müstesna bir sohbet yaptık. Yine beni kırmayarak evimde misafir oldu. Sonraları Ahbaplığmız devam etti. Ekopolitik'in kuruluşunda büyük destek vermiş olup, fikirleri ve yazıları ile ciddi katkılar sağlamıştır.( http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=5074&pid=11) Ekopolotik toplantılarında da görüşmelerimiz devam etmiş olup zaman zaman İstanbul dönüşlerinde kendisini eve bırakırken özel sorularıma nezaketle cevap vermiştir.

              akademik160509

              Durmuş Hocaoğlu, her şeyden önce iyi bir vatansever, iyibir düşünür, iyi bir fikir adamı, iyi bir yazar, iyi bir felsefeci,iyi bir entelektüel, iyi bir Hoca,iyi bir vatandaş,iyi bir insan,iyi bir……………………..

              Fikirleri ve düşüncelerini ile yaşam biçimini bu kadar örtüştürebilen insan bence az bulunur.

              Yazılarını yazdığı çok güzel bir web sitesi var. (http://www.durmushocaoglu.com/ ) Belki bu güne kadar onun yazılarını okuyamamış olan arkadaşlarımız varsa siteye girip yazılarını okumalarını tavsiye ederim. Cilalanmış ne kadar okur yazar takımı varsa piyasada onun yazdıkları ve görüşlerinin yanında çok çılız kalırlar. Ancak ona gerekli ihtimamı vermeyen her kim olursa olsun vebalini bir şekilde çekecektir. Gelecek kuşaklara aktaracağı bir çok makaleleri var. Kitapları var. Özel sohbetlerde bizim duyduklarımız var.Televizyon programları var. Şimdi gazetelerden öğreniyorum “Abant platformu” ismi ile anılan toplantıların fikir babası olduğunu söylüyorlar.( http://www.samanyoluhaber.com/(X(1)A(2dIggySqywEkAAAAOTI3NjlkOGUtYzg5OC00ZDNhLTgxNzMtOGU4MzM4MDY4YTg3LU5pCKZCh4WuVI_HrO0BJHGMPnM1))/s_465061_durmus-hocaoglu-son-yolculuguna-ugurlandi.html )

              to21_05_09-01

              Kısaca Hocaoğlunun hayatı;

              1948 yılında Bayburt'ta dünyaya gelen Durmuş Hocaoğlu 1974 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi'nden Elektrik Mühendisi olarak mezun oldu. 1982 yılında Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Fizik Bölümü'ne öğretim görevlisi olarak giren Hocaoğlu, 1986 yılında aynı üniversitede "Tekil Lineer Sistemler İçin Geliştirilen Bir Transformasyonun Yorumu Üzerine" adlı tezi ile fizik alanında yüksek lisansını tamamlarken, aynı yıl İstanul Üniversitesi'nde "Descartes'ın Fizik Anlayışı" adlı tezi ile felsefe alanında yüksek lisans yaptı. Hocaoğlu, 1994'te de "Türk-İslam Düşünce Tarihinde Modern Fizik'de Kozmos" isimli teziyle de doktorasını tamamladı.
              Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü öğretim üyesi olan Yard. Doç. Dr. Durmuş Hocaoğlu, Fizik Felsefesi, Bilim Felsefesi, Tarih ve Siyaset Felsefesi alanlarında çalışıyordu.
              "Devletçilik Bumerangı", "Düşük Şiddetli Devrim ve Bir Entelijansiya Kritiği" ve "Laisizm'den Milli Sekülerizm'e" adlı 3 kitabı ile çok sayıda makalesi bulunan Hocaoğlu,. Alpaslan, Tuğrul, Kürşat isimlerinde üç çocuğu var.

              04_Agustos_2010_13_37_41_7760888934

              Bir çok profesörden daha çok makalesi vardır.

              Türkiye yeri doldurulması çok güç bir mütefekkirini kaybetti. Tarık’ın sözü ile bir filozofunu kaybetti. Bir filozof yüzyılda bir gelir.

              inna lillahi ve inna ileyhi raciun (bakara 156)

              26 Ekim 2010 Salı

              Değişen Küresel Güç Dengeleri ve Türkiye

              Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) tarafından, İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda düzenlenen “Değişen Küresel Güç Dengeleri ve Türkiye” konulu konferansa katıldım. Dolmabahçe sarayının bu şekilde bir konferansa misafirlik etmesi önce bana cazip gelmişti. Ancak Saraya girdiğimde hiç de konferansa uygun bir ortam olmadığını anladım. Çünkü o eserlerin binasıyla iç dekorasyonu ile eşyaları ile hem ses hem ışık hem yoğun insan potansiyelinin saray içinde yapacağı tahribatların uzmanlar tarafından incelenmesi gerekiyor. Tarihi bir mekanda bulunmanın ayrı bir hazzını yaşarken gelecek kuşaklara bu güzelliklerin aktarılması noktasında ki kaygıda duymadım değil.

              dolmabahce1 

              Toplantıdan küçük alıntılarla devam edeyim.

              İlk günkü ilk iki oturum “ Türkiye’nin Değişen Dünya Vizyonu” üzerine oldu.

              Oturumlar konularına göre katılımcıları; Prof Dr. Ahmet DAVUTOĞLU, Prof Dr. Beril DEDEOĞLU, Prof Dr. Richard FALK Prof Dr. Kemal KARPAT, Emekli Büyükelçi, Nuzhet KANDEMİR, Emekli Büyükelçi Özdem SANBERK , Stephen LARRABEE

              3. oturum;”Avrupa Birliği – Türkiye İlişkilerinde Sorunlar Ve Fırsatlar.” Üzerine idi

              Katılımcılar; Prof. Dr. Ahmet Nuri YURDUSEV, Prof. Dr. Fuat KEYMAN, Prof. Dr. Hilal ELVER, Dr. Michalis MICHAEL

              dolmabahce-palace-inside 

              İlk oturumdan biraz bahsedecek olursak;

              Prof. Dr. Yasin Aktay ““Bazen bir yüzyılın içinde küresel dengeler birkaç kez önemli ölçüde değişim de gösterir. Sözgelimi bugün neredeyse tek-kutuplu bir dünyadan bahseder hale gelecek kadar bir Amerikan yüzyılını yaşarken, bu gücün bazen ezeli ve ebedi olduğu yanılsamasıyla algılıyoruz.. Oysa hatırlamalıyız ki geçtiğimiz yüz elli yıla kadar Amerika Birleşik Devletleri uluslararası güç dengeleri içinde esamisi neredeyse okunmayan bir ülke konumundaydı” dedi

              İbn-i Haldun’un devletler tarihi için yaptığı meşhur sosyolojik gözlemine vurgu yaptı. “Bütün devletlerin ortalama bir ömürleri olduğunu ve istenirse bu ömrün bir miktar uzatılabileceğini ama sonsuz kılınamayacağını” belirttikten sonra . “ Küresel güç dengelerinin de hiçbir zaman ebedi bir süreklilik içinde olamayacağını görmek tarihsel bir gerçekçiliğin hakkını vermek adına bir gerekliliktir”.

              “11 Eylül saldırılarından sonra dünya ölçeğinde gelişen islamofobi’nin etkileri her geçen gün tehlikeli derecede artış göstermektedir. Batı’daki islamofobinin İslam dünyasında da karşılığını bulması kaçınılmaz olmaktadır. Böylece tarihin sonunda asla yer bulmaması gereken dinsel gerilimler ve algılar ürkütücü derecede yer bulabilmektedir.”

              Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu konuşmasında şu noktalara değindi:

              “Değişen güç dengeleri ve Soğuk Savaş sonrasında güç dengelerinin devamlı değiştiği , yeni düzen arayışları Soğuk Savaş sonrasında bir düzene oturtulamadığından dolayı da ortaya bir verimsizlik çıktı.”

              “Var olan BM düzeni Güvenlik Konseyi’nde karşımıza çıkan hiyerarşik tablo günümüz koşullarını değil, İkinci Dünya Savaşı sonrası durumu yansıtıyor. Bu yapı ise bölgesel krizlerin sağlıklı bir şekilde yönetilememesine neden oluyor. Bu nedenle istikrar sağlayıcı yeni açılımlara ihtiyaç var. Şimdi tüm aktörlerin soğukkanlılıkla bu durumu değerlendirmesi gerekiyor.”

              “Küresel- Ekonomik düzen; bu konuda ise yeni bir küresel ekonomik mimari gereklidir. Sadece G-8’in belirlediği ekonomik yapı yetersizdir. Daha fazla aktörün katılımıyla gerçekleştirilecek yeni ekonomik yapı gereklidir.”

              “Küresel- Kültürel düzen; Doğu-Batı, Müslümanlık-Hıristiyanlık gibi küresel kültürel gerilimler söz konusudur. Bunların ortadan kaldırılması gerekmektedir.”

              “Bu konularda yapılması gerekenler; yeni, tüm aktörlerin katılımıyla oluşturulmuş, daha adil, etkileşimde olan bir düzen gerekmektedir. Türkiye’nin bu bağlamda rolü çok önemlidir. Özellikle iki binli yıllarda küresel sorunlarda ciddi roller üstlenmiştir.”

              “Türkiye üstlendiği görevleri yerine getirirken bir takım misyonlarla bunu gerçekleştirir; üst düzey siyasi yapı, bölgesel krizlere karşı kültürel çoğunluk…”

              “Hedefimiz Afro-Avrasya’nın merkezinde bulunan bölgesel ve küresel barışı sağlamak doğrultusunda Türkiye’nin etkili hale gelmesi ve elindeki tüm imkanları bu doğrultuda kullanması.”

              Princeton Üniversitesi, Uluslararası Hukuk Bölümü’nden Prof. Dr. Richard Falk

              Toplantıda sıklıkla bahsedilen “dünyada değişmekte olan güç dengeleri” kavramında pek çok farklı fikrin olduğuna vurgu yaptı. Bu konuda aynı zamanda “güç“ kavramının üzerinde durulması gerektiğine de dikkat çekti. Güç nasıl organize olmalı ki, içinde bulunduğumuz bölgede etkin olabilsin sorusunu tartıştı. Akılcı, taktiksel olarak başarılı, zekice kontrol edilen bir yumuşak güç anlayışı oluşturulması gerektiğini ifade etti.

              “Güç”ün nasıl kullanılması gerektiğini açıkladıktan sonra Falk, devlet dışı aktörlerin ve sivil toplum örgütlerinin süreç içindeki rolüne değindi.

              Dr. Şahin Alpay ise,

              Dr. Şahin Alpay ise, Türkiye’nin dış politika gereklerini gerçekleştirirken üç temel prensiple hareket ettiğini vurguladı: komşularla sıfır sorun, diyalog yoluyla diplomatik şekilde sorunların çözülmesi, Türkiye’nin bölge ile daha yakın ilişkiler içine girmesi.

              Üç temel prensibi belirten Alpay, eksen sapması gibi konuların bu şartlar altında dikkate alınmaması gerektiğini açıkladı. Türkiye’nin hem bölgede hem de dünya da barış telkin eden bir ülke konumunda olduğunu ifade ederek Türkiye’nin önemine değindi. Üzerine düşen görevi daha uygun bir şekilde gerçekleştirebilmesi için kendi yapısını da daha uygun hale getirmesi gerekir diyen Alpay Türkiye’nin PKK sorununu halledip, PKK’nın silah bırakmasını sağlaması gerektiğini ifade etti.

              Sıfır sorun politikasını çok iyi uygulayan Türkiye’nin en açmaza düştüğü noktanın ise Ermenistan ile olan ilişkiler konusunda yaşandığını sorunun çözümü için sınır kapılarının açılması gerektiğini, görüştüğü kişilerden de “kapıları aç, terörü çöz” söylemlerini sıkça duyduğunu belirtti.

              3 Oturumuda çok dikkatli izledim. Türkiye’nin bugün geldiği nokta hiçde küçümsenemeyecek bir seviyede olduğu gerçeğini herkesin kabul etmesi gerekiyor.

              Özellikle Sayın Davutoğlu’nun Birleşmiş Milletler organizasyonunun Bugünkü hali ile sorunları çözemeyeceğinden bahsetmesi ve yeniden yapılandırılması gerektiğini söylemesi önemli bir mesajdı.

              Yine önemli bir mesaj evindeki problemleri çözmeden komşularındaki problemlere çözüm bulma gayretlerinin çok gerçekçi olmadığı noktasında söylenenler önemli idi diye düşünüyorum.

              Not.: konuşmacıların görüşleri Stratejik Düşünce Enstitüsü (SDE) Sitesinden alınmıştır. Tüm oturumların; daha detaylı bilgilenmek isteyenler. Siteden bilgilenebilirler.

              http://www.sde.org.tr/tr/haberler/1281/degisen-kuresel-guc-dengeleri-ve-turkiye-uluslararasi-konferansi.aspx

              29 Eylül 2010 Çarşamba

              Havada, Karada, Suda Katilim Kim?...

              Havada, Karada, Suda Katilim Kim?...

              clip_image002

              Sizce Dünyada hayvanlar olmasa ne olur? Hayvanların nesli tükense ne olur ? Sizce bölüşemediğimiz nedir. Onların resmi tapulu yerleri yok ki? Eğer yaşadıkları yerler onların tapulu yerleri olsaydı insanlar ne yapardı? Bizler onların yaşam yerlerine şehirler kuruyoruz ve onları yaşam alanlarından sürüp yaşama haklarını da elinden alıyoruz. En azında Bütün dünyada  kutlanan 4 ekim günü “dünya hayvan hakları günü” . Biraz düşünsek. Hayvanlar olmadan bizim yaşamımız nasıl olurdu diye..

              Sabah çocuğunuza yumurta pişiremezdiniz., peynir, süt gibi temel ihtiyaçlarınızı karşılayamazdınız. Pikniklerde cızbız yapamazdınız. Akılınıza  gelemeyecek bir çok şeyden mahrum kalırdınız. Bulaşıcı hastalıklardan kurtulamazdınız. Eğer Doğal zincir bozulduğunda neler olurdu düşünmek bile istemiyorum..

              clip_image004

              Bu sene Hayvan Hakları günü kapsamında HAYTAP(Hayvan Hakları Federasyonu) “Havada, Karada, Suda Katilim Kim?...” Teması  ile havada,karada ve suda, insan eliyle işkence gören, sömürüye alet olan, esaret altındaki tüm türlerin özgürlüğüne adıyorlar.

              Kısaca Dünyada ve Türkiye’de Hayvan hakları konusundaki sürece deyineyim.

              4 Ekim Dünya Hayvan Hakları günü. İlk “Hayvanları Koruma Derneği”ni 1825’de İngilizler kurdular. Daha sonra birçok ülke de kurulan dernekler 1931 yılında toplanarak 4 Ekim gününü  Hayvanları Koruma Günü” olarak kabul ettiler. Dünyada kurulu bulunan Hayvanları Koruma Derneklerinin, 1931 yılında toplanarak 4 Ekim gününü "Dünya Hayvan Hakları Günü" olarak kabul ettiklerini, 21–23 Eylül 1977'de Uluslararası Hayvan Hakları Birliği ve ona bağlı ulusal birlikler tarafından Londra'da Hayvan Hakları konusunda bir uluslararası toplantı düzenlendiğini söyledi. Bu toplantıda da "Hayvan Hakları Evrensel Bildirgesi" kabul edildi.  Daha sonra, gelişmenin Paris'te UNESCO Evi'nde 15 Ekim 1978 tarihinde de törenle tüm dünyaya duyuruldu. Bizde ise İstanbul’da Türkiye Hayvanları Koruma Derneği’nin resmi kuruluş tarihi 6 Mart 1924 olmakla birlikte derneğin temeli aslında 1908 yılında atılmıştı. Sonraları, 1955 tarihinde Ankara’da da kuruldu.

              Aslına Bakarsanız, Türkler Orta Asya'da eski çağlardan beri çevre, doğa ve hayvanlarla ilişkiler bugünün ölçütlerine göre bile çok ileride olduğu görülmektedir.Yakın dönem Selçuklu ve Osmanlıda hayvanlarla ilgili olarak neler var diye baktığımızda ise, hem vakıflar yoluyla hem de kişisel olarak hayvanlara olan yaklaşımın çok medeni olduğunu görüyoruz. Buna karşın aynı dönemlerde diğer ülkelere bakıldığında ise hayvanlara ve insanlara yapılan davranışların zulüm ölçeğinde olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz.( http://www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr/Yazi.aspx?ID=1139 )

              Hem Selçuklu hem de Osmanlı döneminde hayvanların yaşamı üzerine kurulan vakıfların sayısı çoktur. Avrupa’da hayvanlar ve ağaçların kıymeti bilinmezken Türk’lerin bunları korumak için teşkilatlar vakıflar ve hastaneler kurdukları tarihi bir gerçektir. Bu durumu bizzat kendi gözleriyle gören Avrupalı araştırmacılar hayretler içinde kalmışlardır:

              “Türk şefkati hayvanlara bile şamildir. Bunları beslemek için vakıflar ve ücretli adamlar vardır; bu adamlar sokak başlarında köpeklerle kedilere et dağıtırlar. Bu hayvanlar o sadakaya alışmış oldukları için besicilerinin seslerini o kadar iyi tanırlar ki işitir işitmez hemen sokak başına üşüşmekte hiçbir zaman kusur etmezler… Kısır ağaçların kuraklıktan kurumalarına meydan vermemek üzere bir işçiye ücret verip sulanmalarını temin edecek kadar hayrat ve hasenatta ileri giden… Müslümanlara da tesadüf edilir. Birçok Türkler de sırf azat etmek için kuş satın alırlar… Kasaplar her gün muayyen miktar kedi ve köpek beslemekle mükellef kılınır. Şam’da hastalanan kedilerle köpeklerin tedavisine mahsus bir hastane vardır.” (Jean Antoine Guer)

               “Türkler canlı ve cansız mahlukatın hepsiyle iyi geçinirler: Ağaçlara kuşlara köpeklere velhasıl Allah’ın yarattığı her şeye hürmet ederler; bizim memleketlerde başı boş bırakılan veyahut tazib edilen bu zavallı hayvan cinslerinin hepsine şefkat ve merhametlerini teşmil ederler.” (Lamartine)( çevreye verilen önem-http://www.harunyahya.org/kitap/seciye/TYS04.html#76. )

              clip_image006

              Geçmişte hayvan hakları konusunda ciddi adımlar atmamıza rağmen, bu günlerde maalesef karnemiz kırık. Halk olarak şu şekilde bir anlayışımız var” En iyi hayvan ölü hayvan” anlayışı hakim.

              5199 sayılı hayvan hakları kanunu olmasına rağmen bu konunun uygulanmaması için ilgili kişiler elden geldiğini yapıyor. Kendini bilmez vatandaş şikayetleri konusunda da Zabıtalara veya dengi ekiplere  emir vererek itlaf yolunu veya toplayarak başka alanlara hayvanları atarak onların aç susuz kalma yolunu tercih ediyoruz.

              Av. Ahmet Kemal Şenpolat’ın bir yazısından alıntıyla bitiriyorum. “Bilgililerin ilgisiz , ilgililerin bilgisiz olduğu bu kısır döngüde insanlara gurur, onur , bağımsızlık ve MERHAMET öğretmeden yatırım, kalkınma, ekonomi, ilerleme anlatmak her konuda olduğu gibi yalan ve sahte dünyalarımızda yaşamaya devam etmek istediğimizin , kendimizi kandırmaya devam ettiğimizin en güzel örneği olmaya devam etmektedir.

              İşte tüm bu tespitleri gördükten sonra da , hayvan hakkından öteye YAŞAM HAKKINI savunmak o idealist dünyada hayvan haklarını savunan bizlere bile utanç vermektedir.”(Orada kimse var mı?  http://dohayko.org/component/content/section/22.html?layout=blog&start=25)

              HAYTAP federasyonun bu yılkı poster ve konuya ilişkin yazısını yayımlıyorum..

               

               clip_image008

               

              3 Ekim Pazar günü tüm yurt çapında yapacağımız

              etkinliğimizi ; havada, karada ve suda, insan eliyle işkence gören, sömürüye alet olan, esaret altındaki tüm türlerin özgürlüğüne adıyoruz.

              Çevre ve Orman Bakanlığı'nı, Tarım ve Köyişleri Bakanlığı'nı, Sağlık Bakanlığı'nı ve yerel yönetimleri görevlerini yapmaya çağırıyoruz!

              Yetkililerin, "resmi olarak da" sorumlu oldukları doğayı ve hayvanları korumak zorunda olduklarını hatırlatmak, bu süreçte "yasadışılığın" ortadan kaldırılması için toplanıyoruz.

              Hayvanları Koruma Yasası olarak bilinen 5199 sayılı kanunun, acilen değişmesini istiyoruz. Hayvana yapılan şiddetin, işkencenin, idari para cezası karşılığı geçiştirilmesini istemiyoruz! Hayvanlara karşı işlenen tüm haksız fiillerin, "ceza hukuku kapsamına alınmasını", şiddet uygulayan suçluların, mahkemelerde yargılanarak gerekli cezaları almalarını istiyoruz.

              Toplumdaki en zayıf halkaya yönelttiğimiz şiddet, aslında hepimize yöneltilmiştir.

              Gözlerimizi kapayarak, "Önce insan hakları" diyerek bu sorumluluğumuzu üzerimizden atamayız. Çünkü hayvana işkence, aynı zamanda bir insan hakları ve etik sorunudur.

              Soruyoruz: Onların hakkını savunacak mekanizmalar çalışmadığı sürece,

              Türkiye uygarlık düzeyine ulaşabilecek mi? (http://www.haytap.org/index.php/201009142861/etkinlikler/katilimi-kim-havada-karada-suda...-katil-aramiizda )

               

              14 Eylül 2010 Salı

              Türkiye’nin Büyük Çatısı: “Demokratikleşme”ye Doğru Türkiye’nin Çekirdek Ekipleri (2 s)

              Beni bu toplantıda En çok etkileyen konu. Dr.Ayla Yazıcı (Psikiyatrist,Psikanalist) 4-7-07-2010 tarihleri arasında Hakkari ilinde yaptığı saha çalışması sonucunda çıkardığı değerlendirmeleri idi.

              Bu değerlendirmelerin bazı bölümlerini sizlerle paylaşacağım demiştim. Bu değerlendirmeleri paylaşırken. Bu toplantı hakkında Ekopolitik sitesinde yazı çıktı. Bu yazının linkini de sizlerle paylaşıyorum. (http://www.ekopolitik.org/public/news.aspx?id=4899&pid=11,

              Dr. Aylin Yazıcı’nın psikanalitik gözlemlerinden oluşan ve bu ilde yaşayan insanların ruhsal durumuna bir pencere açma amacı taşıyan bu değerlendirmelerinde en çarpıcı olanları; Hakkari’de yaşayan herkes, bir cezaevinde yaşama şartlarına uygun bir ortamda olmalarından bahsetmesi idi. Birde göç eden ailelerde göç travmalarının şiddetli yaşanmalarına dair değerlendirmeleri çok çarpıcı idi. Her şeye rağmen insan onuruna yakışır bu çalışmaları yürekten kutluyorum.

              Bu raporun amacı Aylin hanımın ifadesi ile orada yapılan saha çalışması sonrası edinilen psikanalitik gözlemlerden oluşmaktadır ve halen bu ilde yaşayan insanların ruhsal durumuna bir pencere açma amacı taşımaktadır. Aylin Hanımın Raporunu görüşlerinize yorumlarınıza sunuyorum.

              “Hakkari ilinde yaşayan herkesi, bir cezaevinde yaşıyor gibi düşünebiliriz. Hakkari’li Kürtler, orada çalışan görevli polisler, bütün devlet çalışanları ve askerler de dahil olmak üzere. Coğrafi konum olarak da bu metaforu çok destekleyen bir konumda Hakkari. Şehre tek yerden giriş ve çıkış var. Her girişinizde kimlik kontrolü yapılıyor. Birkaç yerde durmanız gerekli. Yani Türkiye’nin herhangi başka bir şehrine girdiğiniz gibi giremiyorsunuz. Taa başından bu gergin(korku hissi, endişe, acaba ne olacak beklentisi..) ortamı hissetmeye başlıyorsunuz. Bir huzursuzluk içinizde başlıyor. Şehrin giriş yolları, şehirlerarası yollar ve şehir içindeki yollar bir şehre yakışır şekilde değil. Kasaba yolu gibi. Minübüsle gidiyorsunuz ve bir çok yerde yol asfalt değil. Türkiye’nin diğer şehirlerarası yollarında olduğu gibi yol kenarında temiz, ferah mola yerleri yok.

              ……….

              Hakkari`de yaşayan halkın çoğu Kürt. Kürtlerin neredeyse yarısı çevre ilçelerden ve köylerden göç ile gelmişler. Geri kalan da kamu kurumlarında çalışan personelden oluşuyor. Caddede yürürken etraftan duyduğunuz dil Kürtçe. Görüşme yaptığımız ailelerin kadınlarının belli yaşın üstündekileri hiç Türkçe bilmiyorlardı ve bu kişilerle tercüman aracılığıyla görüşme yapmak zorunda kaldık. Böyle bir toplumun üstünde şehre bakan böyle bir yazı, şehirdeki Türklerin kendilerini güvende hissetme ihtiyacını karşılarken, Kürtlerin ise kendilerini yokmuş, aşağılanmış gibi hissetmelerine neden oluyor.

              Şehrin içinde bir ana cadde var. Adı başka ama ona “Mecburiyet Caddesi” diyorlar. Çünkü herkes bu caddeye mecburmuş. Burada bir aşağı bir yukarı gezme durumu var. Biz de kaldığımız süre içinde bu caddede tam da böyle yaptık. Bu caddeye mecbur kaldık. Diğer caddelerde çok az yürüdük veya araç kullandık.

              Belediye, valilik binası, büyük emniyet binası hep bu caddenin civarındalar. Evler, mahalleler daha çok bu caddenin üst ve altına dağlara doğru dağınık halde yerleşmişler. Gece dışarıda gezmememiz tembihlendi bize. Bazı mahallelere giderken arabaların uymaları gereken kurallar var. Örneğin farlarınızı kapatıp, araba içindeki ışıkları yakmalısınız, yavaşlamalısınız gibi. Kendi evinize giderken günde kaç defa giderseniz gidin bunu yapmak zorunda olduğunuzu düşünün.

              …..

              Görüştüğümüz her aile ve konuştuğumuz her Hakkari’li kişinin ailesinde muhakkak bir veya daha fazla kayıp var. Faili meçhuller, cezaevine girenler veya PKK’ye katılarak kaybedilen yakınlar. Oğullar, kızlar, dayılar, kardeşler, babalar, yeğenler… Bu kayıpların hiç biri de olağan şekilde değil. Hakkari’de görüştüğüm kişiler bu durumu da normalleştirmeye çalışıyor ama aslında hiç biri de bunu başaramıyor. Bu kayıpları olağan yas süreci içinde yaşayamıyorlar ve çok acı çekiyorlar. Cezaevine girenlerin ailelerinin kafasında yakınlarının suçları net değil, neden tutuklandıklarını bir kısmı bilmiyor(bir kısmı somut anlamda bilmiyorlar, kendilerine bilgi verilmediklerini söylüyorlar, bir kısmı gösterilen nedene inanmıyor, inanmamayı seçiyor) ve ihanet etmedikleri (bir ihanet söylemi var) halde neden başlarına bunun geldiğini anlayamıyor ve kaos içinde kalıyorlar. Faili meçhullerde ise kaybedilen kişiden bir daha hiç haber alınamaması, akibetinin ne olduğunun bilinememesi, ve bir sürü kuşkunun içine düşülmesi var. Bazı faili meçhullerde kaybedilen kişinin ölü bedeni ortaya çıkmış ama çoğunda bir belirsizlik var. PKK’ye katılım da bir tür kayıp gibi yaşanıyor. Giden bir daha gelmiyor ve bir anlamda ölüme gidiyor, ama hiç olmazsa bir süre daha hayatta kalabilir umudu var ve bir de sanki öylesine ölmektense bu seçenek ölümlerine bir anlam katıyor. Çaresiz kalınınca(örneğin birkaç kez tutuklanıp, kendi geleceğini bu devlet içinde göremeyince) kaos içinde, en son çare bu örgüte katılmak gibi görülebiliyor. Bütün bu kayıplarda sürekli kaybedilen kişinin başına daha kötü bir şey geleceği endişesi de acı ve kaygıyı canlı tutan nedenler arasında yer alıyor.

              Kayıpların normal psikolojik süreç içinde yasının tutulamaması (patolojik yas) sonucunda acı katlanarak, artarak devam ediyor. Halen bu kaygı ortamı içinde yaşamak durumunda olmak da eklenince tamamıyla, ana-babalarda, yetişkinlerde bir ruhsal ölüm, psikolojik olarak felç olma, ilerleyememe halinden söz edebiliriz. Bu yaslar katlanarak, patolojik şekilde hemen her ailenin belini bükmüş ve onları kolsuz bacaksız bırakmış durumdadır.

              Göç eden ailelerde, göçün çok ağır travmaya neden olduğunu söylemek mümkün. Özellikle göç eden kuşak, geçmişe ciddi bir özlem içinde. Köylerde yaşadıkları zaman gündüz asker, gece de PKK baskı altında tutarmış. Devlet tarafından bazıları korucu olmaya zorlanmışlar. PKK’de kendilerine yardım etme konusunda baskı yaparmış. Bir gece içinde bütün hayvanlarını, eşyalarını, evlerini, çok eski büyük kökü olan ceviz ağaçlarını, yani aslında köklerini bırakıp gelmişler. Köklerinden koparılma duygusu başlı başına çok önemli bir travmadır. Bugün köye dönüş konusunda bazı projeler var ama, halk hala köye dönemeyeceğini, dönmeyi deneseler ise yine olaylar çıktığında orada yaşamalarının mümkün olmadığına inanıyor. Zorunlu göç eden kuşakta köylerine dönme arzusu var ama dönebileceklerine inanmıyorlar sonraki kuşak ise kaosun içinde kaybolmuş durumda, Hakkari içinde kendi yerlerinden emin olamadıkları gibi, kökenlerinin olduğu köy de onlar için belirli bir yer değil ve çok uzakta. Hakkari’ye zorunlu göç ettirildikten sonra bu aileler ciddi ekonomik ve barınma sorunları yaşamışlar ve halen bu sorunlar çok ciddi şekilde devam etmekte. “Taş atan çocuklar” adı ile nerdeyse özdeşleşen çocukların çoğu, göç eden mahallelerde yaşayan ailelerden geliyor. Bu isimle özdeşleşmeleri de çok ilginç. Çocuklar bu ortam içinde geleceklerini göremedikleri gibi , geçmişlerini köklerini de göremiyorlar ve sanki o bağı da kaybetmişler gibi. O kadar kaos içinde kaybolmuşlar ki sanki tek belirgin şey buymuş gibi...taş atmaları yani...

              Göç eden kürtler, dağlardan, yaylalardan koparılıp bu şehre tıkılmışlar gibi. Devlet kadrosunda çalışan Türkler de sanki buraya sürgüne gönderilmişler ve süre dolduruyorlar gibi. Hakkari’de yaşayanlar şehir içinde bir sürü kurala uymak zorundalar (gece dışarı çıkmak tehlikeli, mecburiyet caddesine mecbur durumdalar, sosyal uğraşlar yok denecek kadar az-sinema, tiyatro vs). Yani toplumun her kesimi buraya tıkılmışlık hissi içinde. Tıpkı bir cezaevindeki gibi.

              Gerçekte olanlar, inanılanlar, olması istenenler hepsi birbirine karışmış durumda Hakkari’de.

              Bu cezaevinde yaşayan insan toplumunun, temelinde can güvenliklerinin olmayışı ve böyle gergin ortamda yaşamaları nedeniyle bir psikolojik gerileme(regresyon) içinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu tür gerileme içinde olan topluluklarda bölünme, şüphecilik, şiddet eğilimi, eylem artışı, bireysel kimliğin belirsizleşmesi vs. gibi psikolojik mekanizmalar devreye girer. Hakkari’de halkta, Türk, Kürt, Kürtler’de göç eden, yerli, Türkler’de polis, asker, valilik, hakimler, savcılar vs. şeklinde bölünmeler mevcut. Herkes herkesden şüpheleniyor. Bunun gerçekci zemini olmakla birlikte bu gerçekci zemini kat be kat aşan kuşkucu bir psikolojinin de ortama hakim olduğunu gözlemledim. Örneğin, insanların bir kısmı polisin onları ne zaman içeri alacağını bekliyor, polis de onların ne zaman suç işleyeceğini.. Bunun da gerçeğe oturan bir kısmı var (çünkü KCK’lar ile halk polisin kendini çok basit suçlar için tutukladığına ve çok ağır cezalar verildiğine inanıyor. Taş atma suçu ile ergen çocukların yıllarca hapis cezaları alması gibi örnekler oldukça sık), ama psikolojik kısmı kat be kat fazla. Sürekli böyle bir ortamda yaşadığınızı düşünün. Bu psikolojik gerileme ve ağır kaygı içinde ne zaman tutuklanacağınızı bilmiyorsunuz, adalete güvenmiyorsunuz, sizi koruyup kollayacağını düşündüğünüz polisin size saldıracağına inanıyorsunuz vs. Yani yaşadığınız yer, yaşam beklediğiniz yer size biraz da olsa yaşam veriyor ama çok ağır acılarla birlikte ve cezaevi koşulları içinde.

              Örneğin oğlunu kaybeden bir anne-baba düşünelim (PKK’ye katılmış veya cezaevine girmiş). Bu aile onu nasıl kaybettikleri, geri dönüp dönmeyeceği, neden kaybolduğu, bir suç mu işlediği, masumken mi içeri alındığı vb. bir sürü soruya yanıt bulamıyor, oğullarını ziyaret edemiyorlar(ekonomik ve/veya yasal nedenlerle). Tam bir çaresizlik duygusu, acı, öfke içeren komplike bir yasa gömülmüş durumdalar. Bu ailelerin önce zorunlu göç bir kollarını ve bacaklarını felç etmiş, sonrada ağır patolojik yaslar bedenlerinden geri kalanları kullanamaz hale getirmiş. Burada bir psikolojik felçten, bir ruhsal ölümden söz etmek mümkün. Bu ailelere doğan ve bu ortamda büyüyen çocukları düşünelim şimdi. Kolları olmayan bir annenin bir çocuğu kucaklaması ne kadar zorsa , bu acı içindeki ailelerin , annelerin kendi çocuklarını psikolojik olarak kucaklaması sarıp sarmalaması da o kadar zor.

              Hakkari’de geniş aileler var. Bir çocuğun bu geniş ailede birden fazla annesi, birden fazla babası olabiliyor. Aşiret geleneği de bunu destekliyor. Bunun olumlu olduğu gibi, olumsuz etkilediği durumlar da var. Birden fazla anneniz varsa (abla, yenge, anneanne, babaanne vs..) annenizde bir sorun varsa diğerlerinin kısmi varlığı kişiyi ağır patolojilerden koruyabilir. Ama esas annenin psikolojik kucaklaması gibi tam bir kucaklamayı, yerine geçen annelerin de tam anlamıyla yapması zor ve/veya neredeyse imkansız. Yani biri sizi tam kucaklayamıyor ama , onun yerine birden fazla kişinin biraz dokunmalarıyla idare etmek-yetinmek durumunda kalıyorsunuz. Annesinin ve diğer birçok yakınının felç olduğu, ruhsal ölüm içinde olduğu bir ortamda bir çocuk ne yapar?

              İnsan olmak için hepimiz başka insanlara ihtiyaç duyarız. Büyürken babamız gibi oluruz ve yine babamız gibi olmayız, annemizden bazı özellikleri alırız ve yine annemizden özellikle bazı özellikleri almayız. Kendimizi oluştururken çevremizdeki bakım verenler bize bir anlamda ayna tutarlar. Bu aynaya bakarak kendi biçimimizi, kim olduğumuzu anlamaya ve kendimizi oluşturmaya çalışırız. Ama evdeki bütün aynalar kırıksa, kendinizi göremezsiniz veya çarpık görmeye başlarsınız, bu dayanılmaz bir acı ve kaotik bir duygu yaşatır. O zaman dışarı gidersiniz, komşunun aynasına veya sokakta ne bulursanız (su birikintisi, başka kırık, puslu aynalar)bakma ihtiyacı içine girersiniz. Hakkari’deki son 20-25 yıl içinde bu ortama doğan çocuklar aslında kendilerini görmek için bir ayna arıyorlar. Evde yakınları yas içinde, ruhsal ölüm içinde. İşin en üzücü tarafı, evin dışındaki seçenekler de pek iç açıcı değil. Seçenekler PKK’ye katılma veya polis. Evin dışında polisi görüyor. Ama polis de insan şeklinde değil, panzer şeklinde. Yani saldıran bir şeyle bu çocuklar özdeşim yapıyorlar. Bu aynaya bakıyorlar ve bir anlamda canlı mı diye taş atıyorlar. Panzerlerde onlara “canlı” olarak cevap veriyor. Ama bir sıcaklık, şefkat, koruma içeren anne- baba canlılığı değil de saldırganlık içeren bir canlılık bu. Bu çocuklar bu boşluk-karanlık, kaybolmuşluk içinde, polisi bir tür can simidi gibi görmekteler. Ama öyle bir simit ki zarar verici, döven, hırpalayan ama yine de karanlıktan , kaostan yeğ tutulan bir simit. Polisle bu tarz bir çatışmaya girdiklerinde bir de kimlikleri oluyor. Saldırganlıkla, öfke ile özdeşim yapan bu çocukların, bunun yanına başka şeyleri (iyicil, besleyici, onarıcı) ne kadar koydukları çok önemli. Çünkü tam da bunların toplamı onların gelecekte nasıl bir insan olacaklarını belirleyecek. Yani saldırganlıkla, öfke ile başbaşa kalırlarsa, onlar yetişkin olduklarında başkalarına verebilecek başka şeyleri olmayacak.

              Kürtlerin ambivalan(iki değerli) duyguları çok belirgin. Devleti iyi görüyorlar ve kendilerini beslemesini bekliyorlar, ama bir taraftan da kendilerine acı çektirerek bunu yapacağını düşünüyorlar. Bir oğlu askerde, diğer oğlu PKK’ye katılmış veya cezaevinde olan çok sayıda aile var. Sanki önce devletten bekliyorlar ama vermediğini düşünüp 2. seçeneğe gidiyorlar. Bir babanın iki çocuğundan kötü davranılan, ihmal edilen, dövülen çocukları gibi algılıyorlar kendilerini. Ama baba aynı baba.

              Kepenk kapatma da sembolik olarak mazoistik bir eylem. Çünkü bütün şehir kepenk kapattığında en fazla zararı, ihtiyaçlarını karşılayamayan halk ile malını satamayan esnaf görüyor. Devlet erkanı bu eyleme karşı kendi önlemlerini almış durumda. Yani bu eylemler sırasında susuz ekmeksiz kalmıyor. Ama halkın kendisi kalıyor. Bir tür küsme gibi, kendini aç bırakma gibi bir eylem. Bir çocuğun kızdığında yemek yememesi veya konuşmaması gibi.

              PKK’de iken öldürülen yakınları geldiğinde toplu taziye evi tutuyorlar. Bir kaç kişi birden defnediliyor. Yası toplu tutuyorlar.

              Yani bu toplumsal psikolojik gerileme nedeniyle kürtlerin bireysel kimliklerinin belirsizleştiği ve grup kimliğine sığındıklarını söylememiz mümkündür. Toplu taziye evi, toplu taş atma eylemleri, toplu kepenk kapatma eylemleri bunların en tipik örnekleridir.

              Felç olma hali ve ruhsal ölüm nedeniyle kurban olma psikolojisi de kürtlerde grup kimliğinin önemli bir parçası haline gelmiş. Her şeyi devletten beklemeleri, sürekli devleti suçlamaları vs..

              Polis grubu ise ezici, saldırgan, cezalandırıcı olarak algılanıyor (Bu çalışmada polisler ile görüşme yapılmamıştır. Bu gözlemlerin netleştirilmesi için bu önemli çalışmanın da yapılması gerekmektedir). Bence polisler de bu taraf ile özdeşim yapmış durumdadır. Onlardan da zarar görenler olduğunu duydum (Kafa travması geçirenler, bir gözünü kaybeden polis gibi). Polisler de aynı cezaevinde korku içinde bir gerileme halindeler. Bu gerileme nedeniyle onların da bireysel kimlikleri belirsizleşiyor ve suçluluk duygusu içinde, toplu olarak saldırgan, saygısız, aşağılayıcı vs. rolüne giriyorlar ve kürtler tarafından böyle algılanıyorlar. Bireysel olarak bu kişileri tanıdığımızda bu görünümlerinden çok farklı olabileceklerini tahmin etmek zor değil ancak bu ortam içinde bu tarz bir gerileme ile ezici, aşağılayıcı grup kimliğinin öne çıktığını söylememiz mümkün.

              Devlet erkanında da aynı korku ve gerileme gözleniyor. Örn; bir sürü devlet büyüğünün onlarca koruma ile dolaşması gibi.

              Ben de Hakkari’ye girdiğim andan itibaren içimde bir korku hissetmeye başladım, başka zaman olsa anlamsız bulduğum bir sürü kural benim için de çok önemli oldu ve uymaya çalıştım. Bir süre sonra benzeri kuşkuculuğun bizim ekipte de hissedilmeye başladığını farkettim. Konuştuğumuz, görüşme yaptığımız kişiler bizim tarafımızı biz de onların tarafını anlamaya çalışıyorduk sanki. Yani bu ortama kim girerse girsin bu gerilemenin dışında kendini tutması neredeyse imkansız hale geliyor.

              Asker her tarafın en güvendiği kesim gibi. Hakkari’nin dışında, şehrin içinde değil gibi hissediliyor. Kürtlerde, devlet erkanı da askere güveniyor. (Bu bölümün de daha netleştirilmesi için askerlerle de görüşmeler yapılması gerekmektedir).

              Hakkari’de bir tür anahtar-kilit ilişkisi oturmuş durumda. Bir taraf ezilen, tanınmayan, kurban, acı çeken durumunda, diğer taraf ise acı çektiren, ezen, kurban eden, tanımayan durumunda.

              Başka bir ilişki biçiminin bu ilde yerleşmesi çok önemli ve gerekli görünüyor. Ancak başka bir ilişkinin tohumunu atmadan, onun tutup yeşerdiğinden emin olmadan, var olan anahtar-kilit ilişkisinin bırakılması da çok zor ve zaman isteyen bir süreci gereksinmektedir.

              İlk elde yapılacaklar olarak, Kürtlerin kimliklerinin tanınması (dilleri, eğitimleri vs.), aşağılanmanın durdurulması(polis-devlet ezici, zarar verici, cezalandırıcı sert baba yerine, koruyucu, destekleyici, adil, eğitici, yapıcı, otoriter bir babaya dönüşmeli), Hakkari’nin cezaevi durumundan çıkarılması ( Yüksekova’ya havaalanı ve yeni yollar yapılacağı haberini aldık), çevresi ile ilişkilerinin artırılması, halkın tekrar dağlarını yaylalarını istedikleri gibi kullanmalarının sağlanması, ekonomik gelirlerinin düzelmesi konusunda çalışmalar yapılması ( tekrar hayvancılığın canlandırılması gibi yine kendi bildikleri işleri yapabilecekleri ortamların oluşturulması), yas içinde olan anne-babalara destek verilerek, çocukların onları geri kazanmaları için olanaklar oluşturulması sayılabilir. Bunun ayrıntılandırılması ayrı bir çalışma konusudur.

              Ama yeni bir tohum ekmek ve onu yeşertmek için bunlar başlangıçta işe yarayabilecek adımlar olarak değerlendirilebilir. Bu ortam içinde yetişen bu çocuklara yastan, ölülükten, depresyondan, kaostan başka, farklı, yeni iyicil bir seçenek sunmak için bu çabaya değeceğine hiç kuşku yoktur. Orda yaşayan kürtlerin kimliklerinden ezilmeyi, kurban olmayı çıkarmaları, dağların güzelliğini, ters laleyi, üretkenliği, kendi renklerini daha canlı yapmaları (kadınların giysileri çok renkli ve şık) için yeni yollar bulmalıyız.”

              Bu Rapor aslında şunu gösteriyor. Türkiye’nin kalkınmasında insanlarımızın daha güven ortamı içinde yaşamaları sağlamaktan geçtiği gerçeğini. Ayrıca buna benzer raporların Türkiye’nin her ilinde ilçesinde yapılması gerekiyor. Çünkü travma yaşayan( farklı konularda..)çok ama çok ilimiz var. İnsan duygusal bir varlıktır. Duyguların unutulduğu her türlü çözüm aslında çözümsüzlüktür. Amacım Bu raporla birlikte sorunların birazda kök nedenlerine inildiğinde psikolojik nedenlerin daha hakim olduğunu görmekteyiz. Sağlıksız bir ortamdan sağlıklı neticeler alınması mümkün değil..

              3 Eylül 2010 Cuma

              İnsan mı? Hayvan mı? Üstün..

              İnsan mı? Hayvan mı? Üstün..

              Hadiseye şu şekilde bakmak gerekiyor yüce yaratıcı hem insan hem hayvan konusunda ne buyurmuştur. Kuran’ın en iyi uygulayıcısı Peygamber efendimiz (s.a.v) Hayvan hakları konusundaki yaklaşımları nasıl olmuştur bir bakalım.

              Kuran en’am, suresinin 38. ayetinde Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.”

              “Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” Furkan 44

              Bunlara benzer çok ayetler olmasına rağmen bu iki ayetle yetineceğim.. Allah(c.c) yarattıklarına bu zaviyeden bakarken. Bizler yıllardan beri hayvanları hiçe saydık, küçük gördük, hakir gördük, Sürece bakıldığında; bir çok kötü örneklemelerle, sözlerle, atasözleri ile günümüze kadar gelen hayvan algısı hiçte kurani manada, peygamberi manada hiçte insani manada olmadığını hepimiz görüyoruz. Sizce ne olmuştur da insanlık bu kadar hayvanlara karşı zalim olmuştur. Hayvanlara ve doğaya her türlü katliamı yapmayı kendisine hak görmüştür.

              Kuran’ı en iyi anlatan, yaşatan, peygamber efendimizin(s.a.v) söylediklerinden ve uyguladıklarından anlaşılanın Mustafa Bektaşoğlu Diyanet dergisinde çıkan yazısında nasıl tarif ediyor bir bakalım. “Dinimiz, hayvanlara karşı nasıl davranılması gerektiğini hadisi şeriflerde güzel bir şekilde anlatmaktadır. Hayvanlara gösterilmesi gereken merhametten, eziyet ve hakareti yasaklamaya; onları sevip okşamaya, gıda ve temizliklerine ihtimama, yavrularının bakım ve korunmasına kadar hiçbir şeyi ihmal etmemiştir.

              İslâm dininde bütün mahlukata şefkatle muamele yapılması bir görevdir. Bilhassa hayvanlara zulüm edilmeyip iyi bakılması lazımdır. Hayvanları pek çok yormamalıdır, dövmemelidir. Hayvanlara zulmün cezası ağırdır. Çünkü hayvanların Hak Tealâ'dan başka yardımcısı, koruyucusu yoktur. Hayvanların riayet edilecek hakları vardır. Yiyeceklerini, içeceklerini vaktinde vermek, tımarlarına bakmak, haklarında rıfk ile, merhamet ile muamelede bulunmak lazımdır. Her cins başka bir hizmet için yaratılmıştır.” (Mustafa Bektaşoğlu Diyanet dergisi aralık 1999 sayı 108 http://www.diyanet.gov.tr/turkish/DIYANET/ara99/gundem2.htm)

              Hadislerde hayvan hakları konusunda ısrarlı bir şekilde vurgulanan husus, onların yaşama haklarıdır.

              İslam dini bırakın fiziksel olarak yapılan baskı ve zumlu, hayvanlara yapılan manevi bir baskıyı bile kabul etmiyor.

              Osmanlıda Şeyhulislâm Zenbilli Ali Efendi, zamanın en büyük âlimlerindendi. Herkes tarafından sevilir ve sayılırdı. Sık sık toplantılar düzenler sohbetler yapardı.. sohbetlerinin birisinde şu şekilde bir diyalog gelişir.

              - Hocam, en çok hangi kuşları seversiniz?

              - Ben sadece kuşları değil, bütün hayvanları fazlasıyla severim.

              - Peki hocam, insanlarla alâkalı ne düşünüyorsunuz?

              - İnsanları da severim; ama hepsini değil. Hayvanların hepsi sevilmeye lâyık oldukları halde, insanların hepsi sevilmeye lâyık değildir. Bazı insanlar davranışlarıyla hayvanlardan daha aşağı düşerler.

              - Sizce insan mı hayvandan üstün, yoksa hayvan mı insandan?

              - İnsanlar hayvandan üstün yaratık olmalarına rağmen, hayvanların da insandan üstün tarafları vardır. Meselâ onların içinde hiçbir müşrik ve münkir, hiçbir yalancı-dolandırıcı ve sahtekâr yoktur!

              Sizce ne oldu da toplumumuz hayvanlara karşı bu kadar acımasız bu kadar vurdum duymaz oldu. Doğa ve hayvanlarla ilgili konunun referans kodları genel olarak aldığı toplumsal ve aileden gelen eksik bilgilerle oluştuğundan hadi halkımızda algı problemleri var diyelim. İslami bilgisi olanlar, İslami hassasiyetleri olanların hayvan hakları konusunda dinin bu kadar öğretisi olmasına rağmen, vurdumduymaz olmasını anlayamıyorum.

              Ayrıca yasaları uygulamakla mükellef olan yöneticiler. Hadi diyelim vicdanları ve toplum baskısı onları olumsuz kararlar almasını sağlıyor. Ancak birde uygulamakla yükümlü oldukları 5199 sayılı HAYVANLARI KORUMA KANUNU var. Bu Kanunu uygulamamakla aslında sizce suç işlemiyorlar mı? Ne dersiniz.?

              8 Ağustos 2010 Pazar

              referandum üzerine evet mi? hayır mı?

              Anayasa’ya “evet” ve “hayır” noktasında birçok şey yazılıyor çiziliyor. Siyasi partiler yollara döküldüler bile. Yeni ve Sivil Anayasa değişikliklerine ciddi olarak içeriğini hesaba katmadan çok absürt ve saçma propagandalar yapılmaya da başlandı. Çünkü bu sefer referanduma katılacakların başında; 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1972, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 e-muhtıra gibi olayları canlı olarak bizzat yaşayan insanlar oy kullanacak. Bir de bu olayların dışında kalmış, hedef kaydırmaya açık, yeni ve genç bir seçmen kitlesi de oy kullanacak. Zira değişecek olan Anayasa, bir 12 Eylül 1980 Anayasası olduğundan, en fazla bu dönemde bir şekilde mağdur olmuş veya o döneme tanıklık etmiş birçok insan, bu Anayasa değişikliğini daha derinlemesine yorumlayabilme hafızasına sahip. Ancak, 1980 hadiselerinden habersiz, kulaktan duyma yanlış, eksik ön yargılı ya da yarı doğru bilgilerle bugüne gelmiş bu genç kesimin bu değişiklik paketini yorumlamada güçlük çektiğini görüyoruz. İşte tam da bu sebepten, işbaşında olanlar, geçmişi unutmuş görünerek, var gücüyle genç toplumu ya da yandaşlarını başka noktalara çekmekle meşguller. Halbuki aslında öncelikle 1980 mağdurlarının çektiklerine kulak vermek gerekir.

              Toplumsal veya mensup olduğu sınıf ya da cemaatlerin yaşadığı travmalardan Bireysel Özgürlüklerin artmasıyla kurtulunacağına inandığımız bu zaman diliminde; iktidarıyla muhalefetiyle tekrar grup kimlikleri üzerinden kampanyalar yürütüldüğünden, bireysel düşüncelerin üstüne ciddi bir baskı uygulanmaya başladığını görüyoruz. Her kesimden grup önderleri renklerini daha şimdiden belli edip kendi guruplarını etkilemeye çalışmaktadırlar. Nitekim demokrasimizin gelişememe problemlerinden biri de, işte bu grup psikolojilerinin hala çok baskın ve hakim olmasıdır.

              Öte yandan bir de sandığa ret cephesi oluşmuş, buradan elde edilen sonuçlardan kendilerine bir alan açmak isteyen gruplar da var. Ne olursa olsun, yaklaşık yüz elli yıldır her türlü seçim kampanyalarına maruz kalmış olan bu necip milletin evlatları, bugün artık bütün bu baskılardan kurtularak, reşit olduklarını da unutmadan kendi kararlarını kendileri vermeleri ve verdikleri kararın da arkasında durmaları gerekir!

              Farklı platformlarda insanların eğilimlerine baktığımda; bu olgunun, bulundukları gurubun temayülü şeklinde tezahür ettiğini gözlemlemekteyim. Farklı düşünmeye çalışanlar olursa, bunlar da aforoz edilme tehtidiyle karşı karşıyalar. Ben katıldığım birkaç toplantıda neden evet neden hayır dediğimde; cevap vermeye çalışanların Anayasanın hangi maddelerinin değiştiğinden bile haberlerinin olmadığını gördüm. Ve onların koro halinde, sadece mensubu oldukları tarafın siyasal söylemlerini tekrarladıklarını gördüm.

              Gerçekte Anayasada nelerin değişmekte olduğunu görüp, bu konuda gazete ve televizyonlarda boy gösteren yazar çizer takımının bu değişen maddeler üzerinden mi (?) konuştuklarını yoksa geçmişte olan olaylar ve ucuz siyaset üzerinden mi (?) konuştuklarını yorumlamayı ise sizlere bırakıyorum. Aslında bu referandum; bu toplumun bireylerinin reşit bireyler olup olmadığının ve kendi kararlarını kendilerinin verip veremeyeceklerinin ispatı olacaktır.

              İsmet Özel’in bir sözü var: “İnsanlar hangi tarafa kulak kesilmişse, öbürüne sağır.” O halde bu konudaki yorumları tek bir kanaldan izlememek ya da tek bir gazeteden okumamak gerekir. Her şeyden önce asıl konu olan Anayasa değişikliklerini muhakkak biz kendimiz okuyalım. Varsa hukukçu arkadaşlarımız onlarla düşünce alışverişi yapalım. Kendimize ters gelen yerleri varsa bunlarla ilgili görüş alışverişinde bulunalım. İşte gerçek uzmanlarının gözünden bu değişikliklerin ne anlama geldiğine vakıf olduktan sonra da, bu konuda kopartılan fırtınaların ne kadar anlamsız olduğunu anlayacağımız gibi; söylenen ve yazılan her sözü daha iyi tahlil etme imanını da elde etmiş oluruz.

              Her şeyden önce unutmamalıyız ki bu yalınızca bir referandumdur. Ve hiç te bir parti seçimi değildir. O halde bunu bir seçim ya da gelecek seçimin bir göstergesi gibi algılamak tam bir yanılsama ve hedef şaşırtmadır.

              Kısaca bize burada şu soru soruluyor: “Bu anayasa değişikliklerine ne diyorsunuz?”

              Bu soruya cevap vermenin tek yolu, halkın desteğini almak için referanduma sunulan bu teklifin Anayasa’ya ne gibi değişiklikler getirdiğini öğrenmektir. Öncelikle de bu önerileri anlamamız, yorumlamamız ve tartışmamız gerekir.

              Aslında bu kadar basit olan bu referandum, maalesef parti seçim propagandalarına dönüştürülmek isteniyor. Sanki, bir sonraki seçimin provası gibi. Bu durum çok üzücü. Yine bulunduğu parti ve grup ne diyorsa insanlar onu söyleyecek. Bazı sanatçıların yanında, bazı STK ya da cemaat liderleri daha şimdiden kanaatlarını belli etmeye başladılar bile!

              Eğer geriye doğru bakmamızın bir anlamı olacaksa, öncelikle 12 Eylül 1980 Anayasası’nı o gün onaylayan ya da reddeden kesimlerin kimler olduğuna bakmak ve bunu hangi gerekçelere dayandırdıklarını hatırlamak gerekir. Aynı şekilde geriye bakarak bugün toplumu yönlendirmeye çalışanları, bir de bu açıdan sorgulamak gerekir.

              Zaman ve seçmenler değişse de, taraflar ve bu tarafların körü körüne yönlendirdikleri kitlelere hedef olarak gösterdikleri kıblelerdeki bilinçli ön yargı ve yanılsamaların nesi değişti acaba? Ve o gün, 12 Eylül 1980 referandumu sonucunda, hiç inanmadığı halde, kim kimin sırtından neler elde ettiğini gerçek anlamda düşünen kim ki?

              Halbuki bu referandum, önümüzdeki her seçim için de geçerli olduğu gibi, demokrasimizin zaferi olacak olan bireysel tercihlerimizin daha özgürce kullanılması ve daha öne çıkarılması için büyük bir fırsat aslında…

              Kaygı, korku, niyet okuma, halkı küçük görme (halk için halka rağmen; anayasa değişikliklerini halk anlayamaz gibi) politikaları ve komplo teorileri üzerine oluşturulan seçim kampanyaları bizim gibi ülkelerin kaderi olmamalı. Halkımız, gerçek anlamda hiçbir duygusal argümana itibar etmeden bu değişikliğin kendisine, ülkesine ve geleceğine neler kazandıracağını iyice tarttıktan sonra, bireysel tercihini bizzat kendisi yaparak karar vermelidir.

              Bağlılık değil, bağımlılık yapan her şey, Merhum Cemil Meriç’in de aktardığı gibi; “Bütün izm’ler idraklerimize giydirilmiş deli gömlekleridir.” Nitekim esaret, eğer tutsaklık içine sinmişse bağımlılık yapar. İşte tam da bu konuda Eric Fromm’un “özgürlükten kaçış” teorisi çok enteresandır; “İnsanlar aniden özgürleştiğinde, özgürlükten korkup, hemen kendilerini esir edecek liderler seçtiğini” ifade eder.

              Kelebek misali, artık kendi özgürlüğümüz için kozaları delerek dışarı çıkmamız özgür olmamız gerekiyor. Böylece hakkımızda ahkam kesenleri ve bizleri kendi torbalarında görmeye alışanları bir kere daha şaşırtmalıyız. Kelebek meteforundan hareketle, aslında kelebeğin beynimizdeki kafes içinde yaşadığını görebiliriz. Eğer bize giydirilmiş olan sahte kafeslerden (maskeler, mahalle baskısı, grup kimlikleri v.s) kurtulmak istiyorsak ya da onlardan bıkmışsak; öncelikle kafamızın içindeki kafeslerden ve ön yargılarlardan kurtulmamız gereklidir. Kafeslerden kurtulduğumuz an “ kelebek” bizim özgürlüğümüzdür ve özgür düşüncemizdir, yaşamı ancak bir gün sürse bile!

              Kabile ve Cemaat mantığından Cemiyete, bireysel kimlikleri bastırılmış insanlardan oluşan Kapalı Toplumlar’dan, kendi kanaatlarını sonuna kadar ve özgürce savunan bireylerden oluşan Bilgi ve Açık Toplumlar’a diye düşünüp; vaveyla koparmadan ya da koparılan gürültüye aldırış etmeden önce Anayasada nelerin değiştiğine bakıp, kararımızı ona göre verelim. Bizim için karar veren ve düşünenlere inat!

              27 Temmuz 2010 Salı

              “Evet” mi ? “Hayır” mı?

              Anayasa’ya “evet” ve “hayır” noktasında bir çok şey yazılıyor çiziliyor. Siyasi partiler yollara çıktı. Bu konuda ciddi propagandalar yapılıyor. 27 Mayıs1960,12 Mart 1972,12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 27 Nisan 2007 e-muhtıra gibi olayları bizzat yaşayan insanlar oy kullanacak. Birde bu olayların hepsinden bi haber insanlar oy kullanacak. Değişecek olan Anayasa bir 12 Eylül 1980 Anayasası olduğundan en fazla bu dönemde bir şekilde mağdur olmuş veya o döneme tanıklık etmiş bir çok insan bu anayasa değişikliğini daha derinlemesine yorumlayabiliyor. Ancak 1980 hadiselerinden habersiz kulaktan duyma hadiselerle bugüne kelmiş kesimin bu değişiklik paketini yorumlamada güçlük çektiğini görüyoruz. 1980 mağdurlarının çektiklerine kulak vermek gerekir.

              Bireysel özgürlüklerin artmasını istediğimiz bu günlerde; tekrar gurup kimlikleri üzerinden kampanyalar yürütülüp bireysel düşüncelerin üstene ciddi bir baskı uygulanmaya başlandığını görüyoruz. Gurup önderleri renklerini belli edip kendi guruplarını etkilemeye çalışmaktadırlar. Demokrasimizin gelişememe problemlerinden biride bu gurup psikolojilerin çok hakim olmasından kaynaklanmaktadır.

              Birde sandığa ret cephesi oluşmuş buradan elde edilen sonuçlardan kendilerine bir alan açmak isteyen guruplarda var. Ne olursa olsun artık T.C. vatandaşları reşit olduklarını unutmadan kendi kararlarını kendileri vermeleri ve verdikleri kararın arkasında durmaları gerekir.

              Farklı platformlarda insanların eğilimlerine baktığımda; bulundukları gurubun temayülü şeklinde. Farklı düşünenler olursa aforoz ediyorlar veya ediliyorlar. Ben birkaç toplantıda neden evet neden hayır dediğimde Anayasanın hangi maddelerinin değiştiğinden bile haberleri yok. Sadece siyasilerin söyledikleri siyasal söylemleri söylüyorlar.

              Anayasada neler değişiyor diye bakıp, yazar çizer takımının bu değişen maddeler üzerinden mi? Konuştuklarını yoksa geçmişte olan olaylar ve siyaset üzerinden mi? Konuştuklarını yorumlamayı sizlere bırakıyorum. Bu toplumun bireyleri reşit birey olup olmadığına, kendi kararlarını kendisinin verip veremeyeceği, bir referandum süreci ve sonucu ile karşı karşıyadır.

              İsmet Özel’in bir sözü var: “İnsanlar hangi tarafa kulak kesilmişse, öbürüne sağır.” Anayasa değişikliklerini muhakkak biz okuyalım. Varsa hukukçu arkadaşlarımız onlarla düşünce alışverişi yapalım. Kendinize ters gelen yerleri varsa bunlarla ilgili görüş alışverişinde bulunalım. Bu değişiklikler vakıf olduktan sonra söylenen, yazılan her sözü daha iyi tahlil ederiz.

              Unutmamalıyız ki bu referandum. Bir parti seçimi değildir. Bize soruluyor. “Bu anayasa değişikliklerine ne diyorsunuz”. Onun için değişikliklere bakmamız gerekir. Anlamamız yorumlamamız gerekir. Maalesef parti seçim propagandasına dönüştürülmek isteniyor. Sanki; bir sonraki seçimin provası gibi. Bu durum çok üzücü. Bulunduğu parti gurup ne diyorsa insanlar onu söyleyecek. Bireysel tercih için bir fırsat aslında..

              Kaygı, korku politikaları üzerine oluşturulan kampanyalar bizim gibi ülkelerin kaderi olmamalı. Halkımız gerçek anlamda duygusal argümanlara itibar etmeden bu değişikliğin kendisine, ülkesine neler kazandıracağını iyice tarttıktan sonra bireysel tercihini yaparak vermelidir.

              Kabile mantığından kurtulmalıdır diye düşünüp. Anayasada neler değiştiğini gösterir karşılaştırmalı tabloyu görüşlerinize sunuyorum.

              TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASININ BAZI MADDELERİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASI HAKKINDA KANUN TEKLİFİ KARŞILAŞTIRMA TABLOSU

              Sol sütundaki kırmızı renk ile yazılı bölümler, teklifte yer almayan/iptal edilmiş olan ibare ve/veya cümleleri; sağ sütunda mavi renk ile yazılı bölümler, mevcut anayasada yer almayan ilave edilmiş ibare ve/veya cümleleri; kırmızı renk ile yazılar ise Anayasa Mahkemesi'nin iptal ettiği bölümleri göstermektedir.

              1982 Anayasası

              Teklif Metni

              X. Kanun önünde eşitlik

              Madde 10. – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

              (Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür.

              Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

              Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.

              X. Kanun önünde eşitlik

              Madde 10. – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.

              (Ek fıkra: 7/5/2004-5170/1 md.) Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.

              Çocuklar, yaşlılar, özürlüler, harp ve vazife şehitlerinin dul ve yetimleri ile malul ve gaziler için alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılmaz.

              Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.

              Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.

              A. Özel hayatın gizliliği

              MADDE 20. – Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. (Mülga cümle: 3.10.2001-4709/5 md.)

              (Değişik: 3.10.2001-4709/5 md.) Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.

              A. Özel hayatın gizliliği

              MADDE 20. – Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. (Mülga cümle: 3.10.2001-4709/5 md.)

              (Değişik: 3.10.2001-4709/5 md.) Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.

              Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.

              V. Yerleşme ve seyahat hürriyeti

              MADDE 23. – Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.

              Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak;

              Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek;

              Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.

              (Değişik: 3.10.2001-4709/8 md.) Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, vatandaşlık ödevi ya da ceza soruşturması veya kovuşturması sebebiyle sınırlanabilir.

              Vatandaş sınır dışı edilemez ve yurda girme hakkından yoksun bırakılamaz.

              V. Yerleşme ve seyahat hürriyeti

              MADDE 23. – Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.

              Yerleşme hürriyeti, suç işlenmesini önlemek, sosyal ve ekonomik gelişmeyi sağlamak, sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak;

              Seyahat hürriyeti, suç soruşturma ve kovuşturması sebebiyle ve suç işlenmesini önlemek;

              Amaçlarıyla kanunla sınırlanabilir.

              Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir.

              Vatandaş sınır dışı edilemez ve yurda girme hakkından yoksun bırakılamaz.

              I. Ailenin korunması

              MADDE 41. – (Değişik: 3.10.2001-4709/17 md.) Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.

              Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.

              I. Ailenin korunması ve çocuk hakları

              MADDE 41. – (Değişik: 3.10.2001-4709/17 md.) Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır.

              Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilâtı kurar.

              Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir.

              Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır.

              C. Sendika kurma hakkı

              MADDE 51. – (Değişik: 3.10.2001-4709/20 md.) Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.

              Sendika kurma hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir.

              Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.

              Aynı zamanda ve aynı iş kolunda birden fazla sendikaya üye olunamaz.

              İşçi niteliği taşımayan kamu görevlilerinin bu alandaki haklarının kapsam, istisna ve sınırları gördükleri hizmetin niteliğine uygun olarak kanunla düzenlenir.

              Sendika ve üst kuruluşlarının tüzükleri, yönetim ve işleyişleri, Cumhuriyetin temel niteliklerine ve demokrasi esaslarına aykırı olamaz.

              C. Sendika kurma hakkı

              MADDE 51. – (Değişik: 3.10.2001-4709/20 md.) Çalışanlar ve işverenler, üyelerinin çalışma ilişkilerinde, ekonomik ve sosyal hak ve menfaatlerini korumak ve geliştirmek için önceden izin almaksızın sendikalar ve üst kuruluşlar kurma, bunlara serbestçe üye olma ve üyelikten serbestçe çekilme haklarına sahiptir. Hiç kimse bir sendikaya üye olmaya ya da üyelikten ayrılmaya zorlanamaz.

              Sendika kurma hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir.

              Sendika kurma hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.

              İşçi niteliği taşımayan kamu görevlilerinin bu alandaki haklarının kapsam, istisna ve sınırları gördükleri hizmetin niteliğine uygun olarak kanunla düzenlenir.

              Sendika ve üst kuruluşlarının tüzükleri, yönetim ve işleyişleri, Cumhuriyetin temel niteliklerine ve demokrasi esaslarına aykırı olamaz.

              A. Toplu iş sözleşmesi hakkı

              MADDE 53. – İşçiler ve işverenler, karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek amacıyla toplu iş sözleşmesi yapma hakkına sahiptirler.

              Toplu iş sözleşmesinin nasıl yapılacağı kanunla düzenlenir.

              (Ek: 23.7.1995-4121/4 md.) 128 inci maddenin ilk fıkrası kapsamına giren kamu görevlilerinin kanunla kendi aralarında kurmalarına cevaz verilecek olan ve bu maddenin birinci ve ikinci fıkraları ile 54 üncü madde hükümlerine tabi olmayan sendikalar ve üst kuruluşları, üyeleri adına yargı mercilerine başvurabilir ve İdareyle amaçları doğrultusunda toplu görüşme yapabilirler. Toplu görüşme sonunda anlaşmaya varılırsa düzenlenecek mutabakat metni taraflarca imzalanır. Bu mutabakat metni, uygun idarî veya kanunî düzenlemenin yapılabilmesi için Bakanlar Kurulunun takdirine sunulur. Toplu görüşme sonunda mutabakat metni imzalanmamışsa anlaşma ve anlaşmazlık noktaları da taraflarca imzalanacak bir tutanakla Bakanlar Kurulunun takdirine sunulur. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usuller kanunla düzenlenir.

              Aynı işyerinde, aynı dönem için, birden fazla toplu iş sözleşmesi yapılamaz ve uygulanamaz.

              A. Toplu iş sözleşmesi ve toplu sözleşme hakkı

              MADDE 53. – İşçiler ve işverenler, karşılıklı olarak ekonomik ve sosyal durumlarını ve çalışma şartlarını düzenlemek amacıyla toplu iş sözleşmesi yapma hakkına sahiptirler.

              Toplu iş sözleşmesinin nasıl yapılacağı kanunla düzenlenir.

              Memurlar ve diğer kamu görevlileri, toplu sözleşme yapma hakkına sahiptirler.

              Toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde taraflar Kamu Görevlileri Hakem Kuruluna başvurabilir. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararları kesindir ve toplu sözleşme hükmündedir.

              Toplu sözleşme hakkının kapsamı, istisnaları, toplu sözleşmeden yararlanacaklar, toplu sözleşmenin yapılma şekli, usulü ve yürürlüğü, toplu sözleşme hükümlerinin emeklilere yansıtılması, Kamu Görevlileri Hakem Kurulunun teşkili, çalışma usul ve esasları ile diğer hususlar kanunla düzenlenir.

              B. Grev hakkı ve lokavt

              MADDE 54. – Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına sahiptirler. Bu hakkın kullanılmasının ve işverenin lokavta başvurmasının usul ve şartları ile kapsam ve istisnaları kanunla düzenlenir.

              Grev hakkı ve lokavt iyi niyet kurallarına aykırı tarzda, toplum zararına ve millî serveti tahrip edecek şekilde kullanılamaz.

              Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddî zarardan sendika sorumludur.

              Grev ve lokavtın yasaklanabileceği veya ertelenebileceği haller ve işyerleri kanunla düzenlenir.

              Grev ve lokavtın yasaklandığı hallerde veya ertelendiği durumlarda ertelemenin sonunda, uyuşmazlık Yüksek Hakem Kurulunca çözülür. Uyuşmazlığın her safhasında taraflar da anlaşarak Yüksek Hakem Kuruluna başvurabilir. Yüksek Hakem Kurulunun kararları kesindir ve toplu iş sözleşmesi hükmündedir.

              Yüksek Hakem Kurulunun kuruluş ve görevleri kanunla düzenlenir.

              Siyasî amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz.

              Greve katılmayanların işyerinde çalışmaları, greve katılanlar tarafından hiçbir şekilde engellenemez.

              B. Grev hakkı ve lokavt

              MADDE 54. – Toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde işçiler grev hakkına sahiptirler. Bu hakkın kullanılmasının ve işverenin lokavta başvurmasının usul ve şartları ile kapsam ve istisnaları kanunla düzenlenir.

              Grev hakkı ve lokavt iyi niyet kurallarına aykırı tarzda, toplum zararına ve millî serveti tahrip edecek şekilde kullanılamaz.

              Grev ve lokavtın yasaklanabileceği veya ertelenebileceği haller ve işyerleri kanunla düzenlenir.

              Grev ve lokavtın yasaklandığı hallerde veya ertelendiği durumlarda ertelemenin sonunda, uyuşmazlık Yüksek Hakem Kurulunca çözülür. Uyuşmazlığın her safhasında taraflar da anlaşarak Yüksek Hakem Kuruluna başvurabilir. Yüksek Hakem Kurulunun kararları kesindir ve toplu iş sözleşmesi hükmündedir.

              Yüksek Hakem Kurulunun kuruluş ve görevleri kanunla düzenlenir.

              Greve katılmayanların işyerinde çalışmaları, greve katılanlar tarafından hiçbir şekilde engellenemez.

              VII. Dilekçe hakkı

              MADDE 74. – (Değişik: 3.10.2001-4709/26 md.) Vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye'de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir.

              (Değişik: 3.10.2001-4709/26 md.) Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir.

              Bu hakkın kullanılma biçimi kanunla düzenlenir.

              VII. Dilekçe, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkı

              MADDE 74. – (Değişik: 3.10.2001-4709/26 md.) Vatandaşlar ve karşılıklılık esası gözetilmek kaydıyla Türkiye'de ikamet eden yabancılar kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikâyetleri hakkında, yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisine yazı ile başvurma hakkına sahiptir.

              (Değişik: 3.10.2001-4709/26 md.) Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, gecikmeksizin dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir.

              Herkes, bilgi edinme ve kamu denetçisine başvurma hakkına sahiptir.

              Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bağlı olarak kurulan Kamu Denetçiliği Kurumu idarenin işleyişiyle ilgili şikâyetleri inceler.

              Kamu Başdenetçisi Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından gizli oyla dört yıl için seçilir. İlk iki oylamada üye tamsayısının üçte iki ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranır. Üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için dördüncü oylama yapılır; dördüncü oylamada en fazla oy alan aday seçilmiş olur.

              Bu maddede sayılan hakların kullanılma biçimi, Kamu Denetçiliği Kurumunun kuruluşu, görevi, çalışması, inceleme sonucunda yapacağı işlemler ile Kamu Başdenetçisi ve kamu denetçilerinin nitelikleri, seçimi ve özlük haklarına ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.

              5. Milletvekilliğinin düşmesi

              MADDE 84. – (Değişik: 23.7.1995 - 4121/9 md.) İstifa eden milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesi, istifanın geçerli olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanınca tespit edildikten sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca kararlaştırılır.

              Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesiyle olur.

              82 nci maddeye göre milletvekilliğiyle bağdaşmayan bir görev veya hizmeti sürdürmekte ısrar eden milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesine, yetkili komisyonun bu durumu tespit eden raporu üzerine Genel Kurul gizli oyla karar verir.

              Meclis çalışmalarına özürsüz veya izinsiz olarak bir ay içerisinde toplam beş birleşim günü katılmayan milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesine, durumun Meclis Başkanlık Divanınca tespit edilmesi üzerine, Genel Kurulca üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyuyla karar verilebilir.

              Partisinin temelli kapatılmasına beyan ve eylemleriyle sebep olduğu Anayasa Mahkemesinin temelli kapatmaya ilişkin kesin kararında belirtilen milletvekilinin milletvekilliği, bu kararın Resmî Gazetede gerekçeli olarak yayımlandığı tarihte sona erer. Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bu kararın gereğini derhal yerine getirip Genel Kurula bilgi sunar.

              5. Milletvekilliğinin düşmesi

              MADDE 84. – (Değişik: 23.7.1995 - 4121/9 md.) İstifa eden milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesi, istifanın geçerli olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanınca tespit edildikten sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca kararlaştırılır.

              Milletvekilliğinin kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinde düşmesi, bu husustaki kesin mahkeme kararının Genel Kurula bildirilmesiyle olur.

              82 nci maddeye göre milletvekilliğiyle bağdaşmayan bir görev veya hizmeti sürdürmekte ısrar eden milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesine, yetkili komisyonun bu durumu tespit eden raporu üzerine Genel Kurul gizli oyla karar verir.

              Meclis çalışmalarına özürsüz veya izinsiz olarak bir ay içerisinde toplam beş birleşim günü katılmayan milletvekilinin milletvekilliğinin düşmesine, durumun Meclis Başkanlık Divanınca tespit edilmesi üzerine, Genel Kurulca üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyuyla karar verilebilir.

              B. Başkanlık Divanı

              MADDE 94. – Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanı, Meclis üyeleri arasından seçilen Meclis Başkanı, Başkanvekilleri, Kâtip Üyeler ve İdare Amirlerinden oluşur.

              Başkanlık Divanı, Meclisteki siyasî parti gruplarının üye sayısı oranında Divana katılmalarını sağlayacak şekilde kurulur. Siyasî parti grupları Başkanlık için aday gösteremezler.

              Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı için, bir yasama döneminde iki seçim yapılır. İlk seçilenlerin görev süresi iki, ikinci devre için seçilenlerin görev süresi üç yıldır.

              (Değişik: 3.10.2001-4709/30 md.) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan adayları, meclis üyeleri içinden, Meclisin toplandığı günden itibaren beş gün içinde, Başkanlık Divanına bildirilir. Başkan seçimi gizli oyla yapılır. İlk iki oylamada üye tamsayısının üçte iki ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranır. Üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için dördüncü oylama yapılır; dördüncü oylamada en fazla oy alan üye, Başkan seçilmiş olur. Başkan seçimi, aday gösterme süresinin bitiminden itibaren, beş gün içinde tamamlanır.

              Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekillerinin, Kâtip Üyelerinin ve İdare Amirlerinin adedi, seçim nisabı, oylama sayısı ve usulleri, Meclis İçtüzüğünde belirlenir.

              Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasî partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine; görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar; Başkan ve oturumu yöneten Başkanvekili oy kullanamazlar.

              B. Başkanlık Divanı

              MADDE 94. – Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanı, Meclis üyeleri arasından seçilen Meclis Başkanı, Başkanvekilleri, Kâtip Üyeler ve İdare Amirlerinden oluşur.

              Başkanlık Divanı, Meclisteki siyasî parti gruplarının üye sayısı oranında Divana katılmalarını sağlayacak şekilde kurulur. Siyasî parti grupları Başkanlık için aday gösteremezler.

              Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı için, bir yasama döneminde iki seçim yapılır. İlk seçilenlerin görev süresi iki yıldır, ikinci devre için seçilenlerin görev süresi ise o yasama döneminin sonuna kadar devam eder.

              (Değişik: 3.10.2001-4709/30 md.) Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkan adayları, meclis üyeleri içinden, Meclisin toplandığı günden itibaren beş gün içinde, Başkanlık Divanına bildirilir. Başkan seçimi gizli oyla yapılır. İlk iki oylamada üye tamsayısının üçte iki ve üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranır. Üçüncü oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için dördüncü oylama yapılır; dördüncü oylamada en fazla oy alan üye, Başkan seçilmiş olur. Başkan seçimi, aday gösterme süresinin bitiminden itibaren, beş gün içinde tamamlanır.

              Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanvekillerinin, Kâtip Üyelerinin ve İdare Amirlerinin adedi, seçim nisabı, oylama sayısı ve usulleri, Meclis İçtüzüğünde belirlenir.

              Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Başkanvekilleri, üyesi bulundukları siyasî partinin veya parti grubunun Meclis içinde veya dışındaki faaliyetlerine; görevlerinin gereği olan haller dışında, Meclis tartışmalarına katılamazlar; Başkan ve oturumu yöneten Başkanvekili oy kullanamazlar.

              B. Yargı yolu

              MADDE 125. – İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır. (Ek hüküm: 13.8.1999-4446/2 md.) Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların millî veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir. Milletlerarası tahkime ancak yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklar için gidilebilir.

              Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler ile Yüksek Askerî Şûranın kararları yargı denetimi dışındadır.

              İdarî işlemlere karşı açılacak davalarda süre, yazılı bildirim tarihinden başlar.

              Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idarî eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.

              İdarî işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idarî işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.

              Kanun, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde ayrıca millî güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık nedenleri ile yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir.

              İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.

              B. Yargı yolu

              MADDE 125. – İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır. (Ek hüküm: 13.8.1999-4446/2 md.) Kamu hizmetleri ile ilgili imtiyaz şartlaşma ve sözleşmelerinde bunlardan doğan uyuşmazlıkların millî veya milletlerarası tahkim yoluyla çözülmesi öngörülebilir. Milletlerarası tahkime ancak yabancılık unsuru taşıyan uyuşmazlıklar için gidilebilir.

              Cumhurbaşkanının tek başına yapacağı işlemler ile Yüksek Askerî Şûranın kararları yargı denetimi dışındadır. Ancak, Yüksek Askerî Şûranın terfi işlemleri ile kadrosuzluk nedeniyle emekliye ayırma hariç her türlü ilişik kesme kararlarına karşı yargı yolu açıktır.

              İdarî işlemlere karşı açılacak davalarda süre, yazılı bildirim tarihinden başlar.

              Yargı yetkisi, idarî eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlı olup, hiçbir surette yerindelik denetimi şeklinde kullanılamaz.Yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idarî eylem ve işlem niteliğinde veya takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı verilemez.

              İdarî işlemin uygulanması halinde telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ve idarî işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi durumunda gerekçe gösterilerek yürütmenin durdurulmasına karar verilebilir.

              Kanun, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş halinde ayrıca millî güvenlik, kamu düzeni, genel sağlık nedenleri ile yürütmenin durdurulması kararı verilmesini sınırlayabilir.

              İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.

              1. Genel ilkeler

              MADDE 128. – Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.

              Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.

              Üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları, kanunla özel olarak düzenlenir.

              1. Genel ilkeler

              MADDE 128. – Devletin, kamu iktisadî teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.

              Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir. Ancak, malî ve sosyal haklara ilişkin toplu sözleşme hükümleri saklıdır.

              Üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları, kanunla özel olarak düzenlenir.

              2. Görev ve sorumlulukları, disiplin kovuşturulmasında güvence

              MADDE 129. – Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.

              Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez.

              Uyarma ve kınama cezalarıyla ilgili olanlar hariç, disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz.

              Silahlı Kuvvetler mensupları ile hâkimler ve savcılar hakkındaki hükümler saklıdır.

              Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.

              Memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idarî merciin iznine bağlıdır.

              2. Görev ve sorumlulukları, disiplin kovuşturulmasında güvence

              MADDE 129. – Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler.

              Memurlar ve diğer kamu görevlileri ile kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları ve bunların üst kuruluşları mensuplarına savunma hakkı tanınmadıkça disiplin cezası verilemez.

              Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz.

              Silahlı Kuvvetler mensupları ile hâkimler ve savcılar hakkındaki hükümler saklıdır.

              Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.

              Memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idarî merciin iznine bağlıdır.

              G. Hâkim ve savcıların denetimi

              MADDE 144. – Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (Hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma, Adalet Bakanlığının izni ile adalet müfettişleri tarafından yapılır. Adalet Bakanı soruşturma ve inceleme işlemlerini, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırabilir.

              G. Adalet hizmetlerinin denetimi

              MADDE 144 – Adalet hizmetleri ile savcıların idarî görevleri yönünden Adalet Bakanlığınca denetimi, adalet müfettişleri ile hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçiler; araştırma, inceleme ve soruşturma işlemleri ise adalet müfettişleri eliyle yapılır. Buna ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.

              H. Askerî yargı

              MADDE 145. – Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler, asker kişilerin; askerî olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerî mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler.

              Askerî mahkemeler, asker olmayan kişilerin özel kanunda belirtilen askerî suçları ile kanunda gösterilen görevlerini ifa ettikleri sırada veya kanunda gösterilen askerî mahallerde askerlere karşı işledikleri suçlara da bakmakla görevlidirler.

              Askerî mahkemelerin savaş veya sıkıyönetim hallerinde hangi suçlar ve hangi kişiler bakımından yetkili oldukları; kuruluşları ve gerektiğinde bu mahkemelerde adlî yargı hâkim ve savcılarının görevlendirilmeleri kanunla düzenlenir.

              Askerî yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri askerî savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin mahkemesinde görevli bulundukları komutanlık ile ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı, hâkimlik teminatı, askerlik hizmetinin gereklerine göre kanunla düzenlenir. Kanun, ayrıca askerî hâkimlerin yargı hizmeti dışındaki askerî hizmetler yönünden askerî hizmetlerin gereklerine göre teşkilatında görevli bulundukları komutanlık ile olan ilişkilerini de gösterir.

              H. Askerî yargı

              MADDE 145. – Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. Bu mahkemeler; asker kişiler tarafından işlenen askerî suçlar ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerlik hizmet ve görevleriyle ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidir. Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.

              Savaş hali haricinde, asker olmayan kişiler askerî mahkemelerde yargılanamaz.

              Askerî mahkemelerin savaş halinde hangi suçlar ve hangi kişiler bakımından yetkili oldukları; kuruluşları ve gerektiğinde bu mahkemelerde adlî yargı hâkim ve savcılarının görevlendirilmeleri kanunla düzenlenir.

              Askerî yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.

              A. Anayasa Mahkemesi

              1. Kuruluşu

              MADDE 146. – Anayasa Mahkemesi onbir asıl ve dört yedek üyeden kurulur.

              Cumhurbaşkanı, iki asıl ve iki yedek üyeyi Yargıtay, iki asıl ve bir yedek üyeyi Danıştay, birer asıl üyeyi Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurullarınca kendi Başkan ve üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; bir asıl üyeyi ise Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumları öğretim üyeleri içinden göstereceği üç aday arasından; üç asıl ve bir yedek üyeyi üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından seçer.

              Yükseköğretim kurumları öğretim üyeleri ile üst kademe yöneticileri ve avukatların Anayasa Mahkemesine asıl ve yedek üye seçilebilmeleri için, kırk yaşını doldurmuş, yükseköğrenim görmüş veya öğrenim kurumlarında en az onbeş yıl öğretim üyeliği veya kamu hizmetinde en az onbeş yıl fiilen çalışmış veya en az onbeş yıl avukatlık yapmış olmak şarttır.

              Anayasa Mahkemesi, asıl üyeleri arasından gizli oyla ve üye tamsayısının salt çoğunluğu ile dört yıl için bir Başkan ve bir Başkanvekili seçer. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler.

              Anayasa Mahkemesi üyeleri, aslî görevleri dışında resmî veya özel hiçbir görev alamazlar.

              A. Anayasa Mahkemesi

              1. Kuruluşu

              MADDE 146 – Anayasa Mahkemesi onyedi üyeden kurulur.

              Türkiye Büyük Millet Meclisi; iki üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun kendi başkan ve üyeleri arasından, her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden, bir üyeyi ise baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday içinden yapacağı gizli oylamayla seçer. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılacak bu seçimde, her boş üyelik için ilk oylamada üye tam sayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tam sayısının salt çoğunluğu aranır. İkinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur.

              Cumhurbaşkanı; üç üyeyi Yargıtay, iki üyeyi Danıştay, bir üyeyi Askerî Yargıtay, bir üyeyi Askerî Yüksek İdare Mahkemesi genel kurullarınca kendi başkan ve üyeleri arasından her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; en az ikisi hukukçu olmak üzere üç üyeyi Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden; dört üyeyi üst kademe yöneticileri, serbest avukatlar, birinci sınıf hâkim ve savcılar ile en az beş yıl raportörlük yapmış Anayasa Mahkemesi raportörleri arasından seçer.

              Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurulları ile Yükseköğretim Kurulundan Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday göstermek için yapılacak seçimlerde, her boş üyelik için, bir üye ancak bir aday için oy kullanabilir; en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır. Baro başkanlarının serbest avukatlar arasından gösterecekleri üç aday için yapılacak seçimde de her bir baro başkanı ancak bir aday için oy kullanabilir ve en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.

              Anayasa Mahkemesine üye seçilebilmek için, kırkbeş yaşın doldurulmuş olması kaydıyla; yükseköğretim kurumları öğretim üyelerinin profesör veya doçent unvanını kazanmış, avukatların en az yirmi yıl fiilen avukatlık yapmış, üst kademe yöneticilerinin yükseköğrenim görmüş ve en az yirmi yıl kamu hizmetinde fiilen çalışmış, birinci sınıf hâkim ve savcıların adaylık dahil en az yirmi yıl çalışmış olması şarttır.

              Anayasa Mahkemesi üyeleri arasından gizli oyla ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile dört yıl için bir Başkan ve iki başkanvekili seçilir. Süresi bitenler yeniden seçilebilirler.

              Anayasa Mahkemesi üyeleri aslî görevleri dışında resmi veya özel hiçbir görev alamazlar.

              2. Üyeliğin sona ermesi

              MADDE 147. – Anayasa Mahkemesi üyeleri altmışbeş yaşını doldurunca emekliye ayrılırlar.

              Anayasa Mahkemesi üyeliği, bir üyenin hâkimlik mesleğinden çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymesi halinde kendiliğinden; görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceğinin kesin olarak anlaşılması halinde de, Anayasa Mahkemesi üye tamsayısının salt çoğunluğunun kararı ile sona erer.

              2. Üyelerin görev süresi ve üyeliğin sona ermesi

              MADDE 147. – Anayasa Mahkemesi üyeleri oniki yıl için seçilirler. Bir kimse iki defa Anayasa Mahkemesi üyesi seçilemez. Anayasa Mahkemesi üyeleri altmışbeş yaşını doldurunca emekliye ayrılırlar. Zorunlu emeklilik yaşından önce görev süresi dolan üyelerin başka bir görevde çalışmaları ve özlük işleri kanunla düzenlenir.

              Anayasa Mahkemesi üyeliği, bir üyenin hâkimlik mesleğinden çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymesi halinde kendiliğinden; görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceğinin kesin olarak anlaşılması halinde de, Anayasa Mahkemesi üye tamsayısının salt çoğunluğunun kararı ile sona erer.

              3. Görev ve yetkileri

              MADDE 148. – Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.

              Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def'i yoluyla da ileri sürülemez.

              Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.

              Yüce Divanda, savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı veya Cumhuriyet Başsavcıvekili yapar.

              Yüce Divan kararları kesindir.

              Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine getirir.

              3. Görev ve yetkileri

              MADDE 148. – Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz.

              Kanunların şekil bakımından denetlenmesi, son oylamanın, öngörülen çoğunlukla yapılıp yapılmadığı; Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır. Şekil bakımından denetleme, Cumhurbaşkanınca veya Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin beşte biri tarafından istenebilir. Kanunun yayımlandığı tarihten itibaren on gün geçtikten sonra, şekil bozukluğuna dayalı iptal davası açılamaz; def'i yoluyla da ileri sürülemez.

              Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. Başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır.

              Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.

              Bireysel başvuruya ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.

              Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanını, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanını, Bakanlar Kurulu üyelerini, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi Başkan ve üyelerini, Başsavcılarını, Cumhuriyet Başsavcıvekilini, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ve Sayıştay Başkan ve üyelerini görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divan sıfatıyla yargılar.

              Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar.

              Yüce Divanda, savcılık görevini Cumhuriyet Başsavcısı veya Cumhuriyet Başsavcıvekili yapar.

              Yüce Divan kararlarına karşı yeniden inceleme başvurusu yapılabilir. Genel Kurulun yeniden inceleme sonucunda verdiği kararlar kesindir.

              Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine getirir.

              4. Çalışma ve yargılama usulü

              MADDE 149. – (Değişik: 3.10.2001-4709/33 md.) Anayasa Mahkemesi, Başkan ve on üye ile toplanır, salt çoğunluk ile karar verir. Anayasa değişikliklerinde iptale ve siyasî parti davalarında kapatılmaya karar verebilmesi için beşte üç oy çokluğu şarttır.

              Şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları Anayasa Mahkemesince öncelikle incelenip karara bağlanır.

              Anayasa Mahkemesinin kuruluşu ve yargılama usulleri kanunla; mahkemenin çalışma esasları ve üyeleri arasındaki işbölümü kendi yapacağı İçtüzükle düzenlenir.

              Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri dosya üzerinde inceler. Ancak, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir (Ek ibare: 23.7.1995-4121/14 md.) ve siyasî partilerin temelli kapatılması veya kapatılmasına ilişkin davalarda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından sonra kapatılması istenen siyasî partinin genel başkanlığının veya tayin edeceği bir vekilin savunmasını dinler.

              4. Çalışma ve yargılama usulü

              MADDE 149. – Anayasa Mahkemesi, iki bölüm ve Genel Kurul halinde çalışır. Bölümler, başkanvekili başkanlığında dört üyenin katılımıyla toplanır. Genel Kurul, Mahkeme Başkanının veya Başkanın belirleyeceği başkanvekilinin başkanlığında en az oniki üye ile toplanır. Bölümler ve Genel Kurul, kararlarını salt çoğunlukla alır. Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik incelemesi için komisyonlar oluşturulabilir.

              Siyasî partilere ilişkin dava ve başvurulara, iptal ve itiraz davaları ile Yüce Divan sıfatıyla yürütülecek yargılamalara Genel Kurulca bakılır, bireysel başvurular ise bölümlerce karara bağlanır.

              Anayasa değişikliğinde iptale, siyasî partilerin kapatılmasına ya da Devlet yardımından yoksun bırakılmasına karar verilebilmesi için toplantıya katılan üyelerin üçte iki oy çokluğu şarttır.

              Şekil bozukluğuna dayalı iptal davaları Anayasa Mahkemesince öncelikle incelenip karara bağlanır.

              Anayasa Mahkemesinin kuruluşu, Genel Kurul ve bölümlerin yargılama usulleri, Başkan, başkanvekilleri ve üyelerin disiplin işleri kanunla; Mahkemenin çalışma esasları, bölüm ve komisyonların oluşumu ve işbölümü kendi yapacağı İçtüzükle düzenlenir.

              Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla baktığı davalar dışında kalan işleri dosya üzerinde inceler. Ancak, bireysel başvurularda duruşma yapılmasına karar verilebilir. Mahkeme ayrıca, gerekli gördüğü hallerde sözlü açıklamalarını dinlemek üzere ilgilileri ve konu üzerinde bilgisi olanları çağırabilir ve siyasî partilerin kapatılmasına ilişkin davalarda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısından sonra kapatılması istenen siyasî partinin genel başkanlığının veya tayin edeceği bir vekilin savunmasını dinler.

              D. Askerî Yargıtay

              MADDE 156. – Askerî Yargıtay, askerî mahkemelerden verilen karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Ayrıca, asker kişilerin kanunla gösterilen belli davalarına ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar.

              Askerî Yargıtay üyeleri birinci sınıf askerî hâkimler arasından Askerî Yargıtay Genel Kurulunun üye tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla her boş yer için göstereceği üçer aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.

              Askerî Yargıtay Başkanı, Başsavcısı, İkinci Başkanı ve daire başkanları Askerî Yargıtay üyeleri arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.

              Askerî Yargıtayın kuruluşu, işleyişi, mensuplarının disiplin ve özlük işleri, mahkemelerin bağımsızlığı, hâkimlik teminatı ve askerlik hizmetlerinin gereklerine göre kanunla düzenlenir.

              D. Askerî Yargıtay

              MADDE 156. – Askerî Yargıtay, askerî mahkemelerden verilen karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Ayrıca, asker kişilerin kanunla gösterilen belli davalarına ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar.

              Askerî Yargıtay üyeleri birinci sınıf askerî hâkimler arasından Askerî Yargıtay Genel Kurulunun üye tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oyla her boş yer için göstereceği üçer aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.

              Askerî Yargıtay Başkanı, Başsavcısı, İkinci Başkanı ve daire başkanları Askerî Yargıtay üyeleri arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.

              Askerî Yargıtayın kuruluşu, işleyişi, mensuplarının disiplin ve özlük işleri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.

              E. Askerî Yüksek İdare Mahkemesi

              MADDE 157. – Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.

              Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer için gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.

              Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.

              Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim sınıfından olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.

              Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri, mahkemelerin bağımsızlığı, hâkimlik teminatı ve askerlik hizmetlerinin gereklerine göre kanunla düzenlenir.

              E. Askerî Yüksek İdare Mahkemesi

              MADDE 157. – Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, askerî olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askerî hizmete ilişkin idarî işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesidir. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz.

              Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin askerî hâkim sınıfından olan üyeleri, mahkemenin bu sınıftan olan başkan ve üyeleri tamsayısının salt çoğunluğu ve gizli oy ile birinci sınıf askerî hâkimler arasından her boş yer için gösterilecek üç aday içinden; hâkim sınıfından olmayan üyeleri, rütbe ve nitelikleri kanunda gösterilen subaylar arasından, Genelkurmay Başkanlığınca her boş yer için gösterilecek üç aday içinden Cumhurbaşkanınca seçilir.

              Askerî hâkim sınıfından olmayan üyelerin görev süresi en fazla dört yıldır.

              Mahkemenin Başkanı, Başsavcı ve daire başkanları hâkim sınıfından olanlar arasından rütbe ve kıdem sırasına göre atanırlar.

              Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşu, işleyişi, yargılama usulleri, mensuplarının disiplin ve özlük işleri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.

              III. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu

              MADDE 159. – Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar.

              Kurulun Başkanı, Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay Genel Kurulunun, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay Genel Kurulunun kendi üyeleri arasından, her üyelik için gösterecekleri üçer aday içinden Cumhurbaşkanınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilirler. Kurul, seçimle gelen asıl üyeleri arasından bir başkanvekili seçer.

              Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu; adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar. Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin veya bir hâkimin veya savcının kadrosunun kaldırılması veya bir mahkemenin yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar. Ayrıca Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.

              Kurul kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz.

              Kurulun görevlerini yerine getirmesi, seçim ve çalışma usulleriyle itirazların Kurul bünyesinde incelenmesi esasları kanunla düzenlenir.

              Adalet Bakanlığının merkez kuruluşunda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıların muvafakatlarını alarak atama yetkisi Adalet Bakanına aittir.

              Adalet Bakanı Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun ilk toplantısında onaya sunulmak üzere, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde hizmetin aksamaması için hâkim ve savcıları geçici yetki ile görevlendirebilir.

              III. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu

              MADDE 159. – Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kurulur ve görev yapar.

              Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu yirmiiki asıl ve oniki yedek üyeden oluşur; üç daire halinde çalışır.

              Kurulun Başkanı Adalet Bakanıdır. Adalet Bakanlığı Müsteşarı Kurulun tabiî üyesidir. Kurulun, dört asıl üyesi, nitelikleri kanunda belirtilen; yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından Cumhurbaşkanınca, üç asıl ve üç yedek üyesi Yargıtay üyeleri arasından Yargıtay Genel Kurulunca, iki asıl ve iki yedek üyesi Danıştay üyeleri arasından Danıştay Genel Kurulunca, bir asıl ve bir yedek üyesi Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulunca kendi üyeleri arasından, yedi asıl ve dört yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adlî yargı hâkim ve savcıları arasından adlî yargı hâkim ve savcılarınca, üç asıl ve iki yedek üyesi birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından idarî yargı hâkim ve savcılarınca, dört yıl için seçilir. Süresi biten üyeler yeniden seçilebilir.

              Kurul üyeliği seçimi, üyelerin görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde yapılır. Cumhurbaşkanı tarafından seçilen üyelerin görev süreleri dolmadan Kurul üyeliğinin boşalması durumunda, boşalmayı takip eden altmış gün içinde, yeni üyelerin seçimi yapılır. Diğer üyeliklerin boşalması halinde, asıl üyenin yedeği tarafından kalan süre tamamlanır.

              Yargıtay, Danıştay ve Türkiye Adalet Akademisi genel kurullarından seçilecek Kurul üyeliği için her üyenin, birinci sınıf adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları arasından seçilecek Kurul üyeliği için her hâkim ve savcının; ancak bir aday için oy kullanacağı seçimlerde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilir. Bu seçimler her dönem için bir defada ve gizli oyla yapılır.

              Kurulun, Adalet Bakanı ile Adalet Bakanlığı Müsteşarı dışındaki asıl üyeleri, görevlerinin devamı süresince; kanunda belirlenenler dışında başka bir görev alamazlar veya Kurul tarafından başka bir göreve atanamaz ve seçilemezler.

              Kurulun yönetimi ve temsili Kurul Başkanına aittir. Kurul Başkanı dairelerin çalışmalarına katılamaz. Kurul, kendi üyeleri arasından daire başkanlarını ve daire başkanlarından birini de başkanvekili olarak seçer. Başkan, yetkilerinden bir kısmını başkanvekiline devredebilir.

              Kurul, adlî ve idarî yargı hâkim ve savcılarını mesleğe kabul etme, atama ve nakletme, geçici yetki verme, yükselme ve birinci sınıfa ayırma, kadro dağıtma, meslekte kalmaları uygun görülmeyenler hakkında karar verme, disiplin cezası verme, görevden uzaklaştırma işlemlerini yapar; Adalet Bakanlığının, bir mahkemenin kaldırılması veya yargı çevresinin değiştirilmesi konusundaki tekliflerini karara bağlar; ayrıca, Anayasa ve kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirir.

              Hâkim ve savcıların görevlerini; kanun, tüzük, yönetmeliklere ve genelgelere (hâkimler için idarî nitelikteki genelgelere) uygun olarak yapıp yapmadıklarını denetleme; görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında suç işleyip işlemediklerini, hal ve eylemlerinin sıfat ve görevleri icaplarına uyup uymadığını araştırma ve gerektiğinde haklarında inceleme ve soruşturma işlemleri, ilgili dairenin teklifi ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanının oluru ile Kurul müfettişlerine yaptırılır. Soruşturma ve inceleme işlemleri, hakkında soruşturma ve inceleme yapılacak olandan daha kıdemli hâkim veya savcı eliyle de yaptırılabilir.

              Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz.

              Kurula bağlı Genel Sekreterlik kurulur. Genel Sekreter, birinci sınıf hâkim ve savcılardan Kurulun teklif ettiği üç aday arasından Kurul Başkanı tarafından atanır. Kurul müfettişleri ile Kurulda geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcıları, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Kurula aittir.

              Adalet Bakanlığının merkez, bağlı ve ilgili kuruluşlarında geçici veya sürekli olarak çalıştırılacak hâkim ve savcılar ile adalet müfettişlerini ve hâkim ve savcı mesleğinden olan iç denetçileri, muvafakatlerini alarak atama yetkisi Adalet Bakanına aittir.

              Kurul üyelerinin seçimi, dairelerin oluşumu ve işbölümü, Kurulun ve dairelerin görevleri, toplantı ve karar yeter sayıları, çalışma usul ve esasları, dairelerin karar ve işlemlerine karşı yapılacak itirazlar ve bunların incelenmesi usulü ile Genel Sekreterliğin kuruluş ve görevleri kanunla düzenlenir

              I. Planlama

              MADDE 166. – Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayiin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmak Devletin görevidir.

              Planda millî tasarrufu ve üretimi artırıcı, fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı, yatırım ve istihdamı geliştirici tedbirler öngörülür; yatırımlarda toplum yararları ve gerekleri gözetilir; kaynakların verimli şekilde kullanılması hedef alınır. Kalkınma girişimleri, bu plana göre gerçekleştirilir.

              Kalkınma planlarının hazırlanmasına, Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanmasına, uygulanmasına, değiştirilmesine ve bütünlüğünü bozacak değişikliklerin önlenmesine ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.

              I. Planlama; Ekonomik ve Sosyal Konsey

              MADDE 166. – Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayiin ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli şekilde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmak Devletin görevidir.

              Planda millî tasarrufu ve üretimi artırıcı, fiyatlarda istikrar ve dış ödemelerde dengeyi sağlayıcı, yatırım ve istihdamı geliştirici tedbirler öngörülür; yatırımlarda toplum yararları ve gerekleri gözetilir; kaynakların verimli şekilde kullanılması hedef alınır. Kalkınma girişimleri, bu plana göre gerçekleştirilir.

              Kalkınma planlarının hazırlanmasına, Türkiye Büyük Millet Meclisince onaylanmasına, uygulanmasına, değiştirilmesine ve bütünlüğünü bozacak değişikliklerin önlenmesine ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir.

              Ekonomik ve sosyal politikaların oluşturulmasında hükümete istişarî nitelikte görüş bildirmek amacıyla Ekonomik ve Sosyal Konsey kurulur. Ekonomik ve Sosyal Konseyin kuruluş ve işleyişi kanunla düzenlenir.

              GEÇİCİ MADDE 15. – 12 Eylül 1980 tarihinden, ilk genel seçimler sonucu toplanacak Türkiye Büyük Millet Meclisinin Başkanlık Divanını oluşturuncaya kadar geçecek süre içinde, yasama ve yürütme yetkilerini Türk milleti adına kullanan, 2356 sayılı Kanunla kurulu Millî Güvenlik Konseyinin, bu Konseyin yönetimi döneminde kurulmuş hükümetlerin, 2485 sayılı Kurucu Meclis Hakkında Kanunla görev ifa eden Danışma Meclisinin her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemez ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamaz.

              Bu karar ve tasarrufların idarece veya yetkili kılınmış organ, merci ve görevlilerce uygulanmasından dolayı, karar alanlar, tasarrufta bulunanlar ve uygulayanlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükümleri uygulanır.
              (Son fıkra mülga: 3.10.2001-4709/34 md.)

              Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının geçici 15 inci maddesi yürürlükten kaldırılmıştır.

               

              GEÇİCİ MADDE 18. – Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte Anayasa Mahkemesinin mevcut yedek üyeleri asıl üye sıfatını kazanır.

              Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi bir üyeyi Sayıştay Genel Kurulunun ve bir üyeyi de baro başkanlarının gösterecekleri üçer aday içinden seçer.

              Türkiye Büyük Millet Meclisinin yapacağı üye seçimi için aday göstermek amacıyla;

              a) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde, Sayıştay Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren beş gün içinde adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren beş gün içinde Sayıştay Genel Kurulunca seçim yapılır. Her Sayıştay üyesinin ancak bir aday için oy kullanabileceği bu seçimde en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.

              b) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde, Türkiye Barolar Birliği Başkanlığı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren beş gün içinde adaylar Türkiye Barolar Birliği Başkanlığına başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren beş gün içinde Türkiye Barolar Birliği Başkanlığının ilanında gösterilen yer ve zamanda baro başkanları tarafından seçim yapılır. Her bir baro başkanının ancak bir aday için oy kullanabileceği bu seçimde, en fazla oy alan üç kişi aday gösterilmiş sayılır.

              c) (a) ve (b) bentleri uyarınca yapılan seçimlerin sonucunda aday gösterilmiş sayılanların isimleri seçimin yapıldığı günü takip eden gün Sayıştay ve Türkiye Barolar Birliği başkanlıklarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bildirilir.

              ç) (c) bendi uyarınca yapılan bildirimden itibaren on gün içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde seçim yapılır. Her boş üyelik için yapılacak seçimde, ilk oylamada üye tamsayısının üçte iki ve ikinci oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu aranır; ikinci oylamada salt çoğunluk sağlanamazsa bu oylamada en çok oy alan iki aday için üçüncü oylama yapılır; üçüncü oylamada en fazla oy alan aday üye seçilmiş olur.

              Cumhurbaşkanı, birer üyeyi Yargıtay ve Danıştay kontenjanlarından olan ilk üyeliklerin boşalmasından sonra Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri arasından göstereceği üçer aday içinden seçer.

              Anayasa Mahkemesi üyeliğine aday gösteren kurumların halen mevcut üyeleri ile kendi kontenjanlarından seçilmiş yedek üyeler, tamamlama seçiminde göz önünde bulundurulur.

              Anayasa Mahkemesinde halen belli görevlere seçilmiş olanların bu sıfatları seçilmiş oldukları sürenin sonuna kadar devam eder. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte üye olanlar yaş haddine kadar görevlerine devam ederler.

              Bireysel başvuruya ilişkin gerekli düzenlemeler iki yıl içinde tamamlanır. Uygulama kanununun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bireysel başvurular kabul edilir.

              GEÇİCİ MADDE 19. – Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren otuz gün içinde aşağıda belirtilen esas ve usuller dahilinde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeleri seçilir:

              a) Cumhurbaşkanı, hâkimlik mesleğine alınmasına engel bir hali olmayan; yükseköğretim kurumlarının hukuk, iktisat ve siyasal bilimler dallarında en az onbeş yıldan beri görev yapan öğretim üyeleri, üst kademe yöneticileri ile meslekte fiilen onbeş yılını doldurmuş avukatlar arasından dört üye seçer. Cumhurbaşkanı, üst kademe yöneticileri arasından seçeceği Kurul üyesini, bakanlık, müsteşarlık, müsteşar yardımcılığı, valilik, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği, kamu kurum ve kuruluşlarında genel müdürlük veya teftiş kurulu başkanlığı görevlerini yapanlar arasından seçer.

              b) Yargıtay Genel Kurulu, Yargıtay üyeleri arasından üç asıl ve üç yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Yargıtay Birinci Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Birinci Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Yargıtay Genel Kurulu seçim yapar. Her Yargıtay üyesinin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.

              c) Danıştay Genel Kurulu, Danıştay üyeleri arasından iki asıl ve iki yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Danıştay Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Danıştay Genel Kurulu seçim yapar. Her Danıştay üyesinin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.

              ç) Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu, kendi üyeleri arasından, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna bir asıl ve bir yedek üye seçer. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yedi gün içinde Türkiye Adalet Akademisi Başkanı adaylık başvurusunu ilan eder. İlan tarihinden itibaren yedi gün içinde adaylar Başkanlığa başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren onbeş gün içinde Türkiye Adalet Akademisi Genel Kurulu seçim yapar. Her üyenin sadece bir aday için oy kullanabileceği seçimde, en fazla oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur.

              d) Yedi asıl ve dört yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş olan adlî yargı hâkim ve savcıları arasından, adlî yargı hâkim ve savcıları tarafından Yüksek Seçim Kurulunun yönetim ve denetiminde seçilir. Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren beş gün içinde Yüksek Seçim Kurulu adaylık başvurularını ilân eder. İlân tarihinden itibaren üç gün içinde adaylar Yüksek Seçim Kuruluna başvurur. Başvuru tarihinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde Yüksek Seçim Kurulu adayların başvurularını inceler ve aday listesini belirleyerek ilân eder. Takip eden iki gün içinde bu listeye karşı itiraz edilebilir. İtiraz süresinin sona erdiği günden itibaren iki gün içinde itirazlar incelenir, sonuçlandırılır ve kesin aday listesi ilân edilir. Yüksek Seçim Kurulunun kesin aday listesini ilân ettiği tarihten sonraki ikinci Pazar günü her ilde, il seçim kurulunun yönetim ve denetimi altında yapılacak seçimlerde, o ilde ve ilçelerinde görev yapan hâkim ve savcılar oy kullanır. İl seçim kurulları o ilde oy kullanacak hâkim ve savcıların sayısına göre sandık kurulları oluşturur. Sandık kurullarının işlem, tedbir ve kararlarına karşı yapılan şikâyet ve itirazlar il seçim kurulunca karara bağlanır. Adaylar propaganda yapamazlar; sadece, Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde özgeçmişlerini bu iş için tahsis edilmiş bir internet sitesinde yayımlayabilirler. Bu seçimlerde her seçmen sadece bir aday için oy kullanabilir. Seçimlerde en çok oy alan adaylar sırasıyla asıl ve yedek üye seçilmiş olur. Kullanılacak oy pusulalarıyla ilgili diğer hususlar Yüksek Seçim Kurulu tarafından belirlenir. Yüksek Seçim Kurulu, oy pusulalarını kendisi bastırabileceği gibi gerektiğinde uygun göreceği il seçim kurulları vasıtasıyla bastırmaya da yetkilidir. Yapılacak seçimlerde, 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun bu bende aykırı olmayan hükümleri uygulanır.

              e) Üç asıl ve iki yedek üye birinci sınıf olup, birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş idarî yargı hâkim ve savcıları arasından, idarî yargı hâkim ve savcıları tarafından Yüksek Seçim Kurulunun yönetim ve denetiminde seçilir. Bölge idare mahkemelerinin bulunduğu illerde, il seçim kurulunun yönetim ve denetimi altında yapılacak bu seçimlerde, o bölge idare mahkemesinde ve yargı çevresi içerisinde kalan yerlerde görev yapan idarî yargı hâkim ve savcıları oy kullanır. Bu seçimler hakkında da (d) bendi hükümleri uygulanır.

              Birinci fıkranın (a), (ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun asıl üyeleri bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonraki otuzuncu günü takip eden iş günü görevlerine başlarlar.

              Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun Yargıtay ve Danıştaydan gelen asıl ve yedek üyelerinin görevleri, seçilmiş oldukları sürenin sonuna kadar devam eder. Bunlardan, Yargıtaydan gelen üyelerden görev süresini tamamlayanların yerine birinci fıkranın (b) bendi uyarınca seçilenler; Danıştaydan gelen üyelerden görev süresini tamamlayanların yerine birinci fıkranın (c) bendi uyarınca seçilenler, sırayla göreve başlarlar.

              Birinci fıkranın (b) ve (c) bentleri uyarınca seçilen üyelerden, üçüncü fıkra uyarınca göreve başlayanların görev süresi, birinci fıkranın (a), (ç), (d) ve (e) bentleri uyarınca seçilen diğer Kurul üyelerinin görev süresinin bittiği tarihte sona erer.

              İlgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna seçilen asıl üyeler, Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatında öngörülen tüm malî ve sosyal haklar ile emeklilik hakkından aynen yararlanırlar. Ayrıca, Kurulun Başkanı dışındaki asıl üyelerine, (30000) gösterge rakamının memur aylıklarına uygulanan katsayı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda aylık ek tazminat ödenir.

              İlgili kanunlarda düzenleme yapılıncaya kadar, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu;

              a) Anayasa hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla, yürürlükteki kanun hükümlerine göre Kurul şeklinde çalışır.

              b) İkinci fıkra uyarınca asıl üyelerinin göreve başladığı tarihten itibaren bir hafta içinde Adalet Bakanının başkanlığında toplanır ve bir geçici Başkanvekili seçer.

              c) En az onbeş üye ile toplanır ve üye tam sayısının salt çoğunluğu ile karar verir.

              ç) Sekreterya hizmetleri Adalet Bakanlığı tarafından yürütülür.

              Kurul müfettişleri ile adalet müfettişleri atanıncaya kadar, mevcut adalet müfettişleri, Kurul müfettişi ve adalet müfettişi sıfatıyla görev yaparlar.

              Bu madde hükümleri, ilgili kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılıncaya kadar uygulanır.

               

              MADDE 26. – Bu Kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer ve halkoyuna sunulması halinde tümüyle oylanır.

              </DIV>